img { max-width: 560px; width: expression(this.width > 560 ? 560: true); }

31 Aralık 2009 Perşembe

2010

Yeni yılın hekese bol para, araba, tatlı yaşam, sağlık, sorunsuz günler, güzel tatiller, iskender kebaplari lahmacunlar, su börekleri, meyveler, sebzeler, tatlılar, gelecek umutları, güzel müzikler, filmler, kitaplar, elbiseler, ayakkabılar, samimi dostluklar, sıcak sohbetler, muhabbetler ve aşk tabiki

Ekonomistlerimize krizsiz piyasalar, yükseliş trendli borsalar, stabil pariteler, bol likiditeler,

İnşaat şirketlerimize yeni projeler ve bol kazançlar,

Trabzonspor’a da şampiyonluk


getirmesini diliyorum...


30 Aralık 2009 Çarşamba

2016 Avrupa Kupası için Desteğimi açıklıyorum : Italy 2016

Bir Türk olarak Italya’nın 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası evsahipliği adaylığını desteklediğimi açıklıyorum.

As a Turkish Citizen, I hereby declare my support to Italy 2016 for the Nation’s Europen Football Cup.

Come un cittadino turco, dichiaro il mio sostegno per l'Italia 2016 per la Nation's Europen Cup Calcio.


UEFA sormaz mı adama koskoca ülkede şampiyon takım çıkarmış iki şehirden biri olan Trabzon neden 2016 Avrupa kupası aday kentleri arasında yok diye ?



Trabzon’da altyapı yokmuşta, yeterli Hotel yokmuşta, ulaşım problemmişte gibi bir sürü palavra sayıyor federasyon. “Konya’da olup Trabzon’da olmayan ne ?” sorusuna cevap veren yok ama. Öte yandan Trabzon’da olup aday şehirlerde olmayan çok şey var. En başta da futbol tutkusu. Bunun dışında doğal güzellik, tarih, modern bir kent, altyapı üstyapı ve hatta Akçaabat köftesi dahil gereken herşey mevcut. Sadece zahmet buyrulup yeni bir stad yapılması lazım o kadar. Yeni stadın Trabzonspor’u tekrar eski günlerine döndürülmesinden mi korkuluyor?

Bu milletin parasıyla Konya’ya ilerde atıl kalacak hiçbirzaman dolmayacak stad yapılsın (Kayserispor stadı gibi ya da Olimpiyat stadı gibi) ama Trabzon’a gelince yarabbi şükür.. O zaman bende desteklemiyorum Türkiye’yi. Konya’da oynanacağına, Floransa’da oynansın maçlar.



Trabzonspor’lu futboluclara da buradan çağrıda bulunuyorum, formalarının altına Italy 2016 logosu olan tişört giysinler, gol attıkları zamanda formalarını açıp göstersinler. Tribünlerde de Italy 2016 logosu açılabilir...

Ve malesef eski Trabzonsporlu futbolcu ve başkan Faruk Özak Spordan sorumlu Bakan...


27 Aralık 2009 Pazar

Tripol International Airport Project - Progress Report 3

Wikipedia, Tripoli International Airport için demişki;


Bende geçen hafta çekilmiş aşağıdaki fotoya bakıp diyorum ki, bu mu kardeşim sizin “ready for operational use” anlayışınız.. Bunun neresi kullanıma hazır ?

Buna uçak yanaşıp çaktırmadan yolcu iniş binişi oluyor da bizim mi haberimiz yok ? Nedir yani, kafamıza göre yavaş yavaş yapıyoruz, biraz da gecikme oldu diye yüzümüze mi vuruyorsunuz.. Yapcaz işte, aceleye gerek yok.. Geç olsun güç olmasın..

Wikipedia’nın her dediğine inanmayın yok öyle "ready for operational use" felan.. Ha bu şekliyle kullanırız biz diyorlarsa ona da birşey diyemem tabi..




21 Aralık 2009 Pazartesi

Cumartesi Gecesi Sendromu : Murat Bardakçı vs. Okan Bayülgen

Şu aralar televizyonlarda en çok sevdiğim iki program Murat Bardakçı’nın “Tarihin Arka Odası” ile Okan’ın “Disko Kralı”.. Murphy kanunları tabiki her zamanki gibi iş başında malesef ve bu iki program aynı gün ve aynı saatteler, Cumartesi gecesi yani.. Üstelik gece geç saatlere kadar da sürüyor.. Ve daha da vahimi, ben pazarları çalışıyorum (Libya’da haftasonumuz Cuma günleri).. Yani nerden baksanız bahtsızlık nerden baksanız tutarsızlık..



Böyle olunca Cumartesi gecesi sendromum hangisini izlesem yoksa yatıp uyusam mı yarın iş var arasında kararsiz kalmakla geçiyor.. Genelde de en fazla gece 1’e kadar izleyebiliyorum ya da uyuyorum. Umarım bu kaçırdıklarıma değer ilerde...

İzleyebildiğim zamanlarda ise konuya bağlı olarak genelde tercihim Tarih’ten yana oluyor. Sanırım yaşlanıyorum.. Pelin Batu’nun iki usta tarihçi arasında ezilmesi, Murat Bardakçı’nın agresifliği, Erhan Afyoncu’nun hayran bırakan bilgi birikimi, enteresan konular ve konuklar Okan Bayülgen’den daha cazip geliyor bu aralar.

Umarım hiç yayından kalkmaz iki programda.. Hep orda dururlar ve izlemesek de biliriz ki Cumartesi gecesi izlenebilecek çok güzel iki program mevcut..

19 Aralık 2009 Cumartesi

Trabzonspor Nereye - 2



En son “Trabzonspor Nereye ?” diye sormuştuk bir ay kadar önce burda ve o zamandan beri eshef ve dehşet içinde izliyorum nereye gidiyoruz diye.

Çok öncelerden de tahmin ettiğimiz gibi Broos gayet medenice (!) gönderildi yerine Şenol Güneş geldi ve Ankaragücü ve Denizli gibi ligin şampiyonluğa oynayan güçlü (!) iki takımına karşı alınan galibiyetler takımdaki tüm sorunları unutturdu. Şimdi birde Fatih Tekke gelme durumu varki, sanırsınız İbrahimoviç geliyor, hemen şampiyon olcak Trabzonspor. Demek tüm problem Şenol Güneş ve Fatih Tekke imiş. Bundan beş yıl önce yine Şenol Güneş yönetiminde, Fatih Tekke’nin yanında Gökdeniz, Szymek ve Yattara gibi isimler varken gelmeyen başarı ve şampiyonluk gelecek diye ümid edenler var. Fatih Tekke’nin artık 33 yaşına gelmiş ve eski formundan uzak olması, Yattara’nın tedavül’den kalktığı konularına girmiyorum bile... Bir Trabzon’lu olarak camiayı anlamakta güçlük çekiyorum çoğu zaman, başkaları nasıl anlasın ?





Bu toz pembe ortamda camia yarınki Fenerbahçe maçına kenetlenmiş durumda, ne olur kestirmek zor ama kazanırsak camia devre arasında şampiyonluk havasına girer herhale, bu açıdan mağlubiyet Trabzonspor için daha hayırlı bile olabilir. Trabzonspor’u çok favori görmemekle beraber Fenerbahçe’deki form düşükşlüğüne bakınca bir ihtimal Trabzonspor kazanabilir diyorum. Burada belirleyici faktör yine Umut ve Gökhan olacak, alışkanlıklarının dışına çıkıp girdikleri pozisyonları değerlendirmeleri gerekebilir. (Bu arada dünkü Beşiktaş-Bursapor maçında Sercan’ın kaçırdıklarını gördükten sonra yine de Umut ve Gökhan’ın değerini bilelim bence..)


Son söz : Ümit fakirin ekmeği, Alanzinho ve Collman atar 2-0 alırız diyelim..

13 Aralık 2009 Pazar

Facebook, Picasa ve Yüz Tanıma

Günümüz çılgınlığı Facebook ve diğer sosyal paylaşım siteleriyle ilgili şöyle bir tespit vardır; Denir ki, insanlardan isimlerini, doğum tarihlerini, işlerini, arkadaşlarını, fotoğraflarını ve ve diğer özel bilgilerini vermeleri istense, sizi kayıt altına alacağız deseler adama deli misin diye bakarlar... Olay çıkar yani... Ama facebook gibi siteler sayesinde herkes, hiç bir zorlama olmadan, kendi istek ve rızalarıyla paşa paşa tüm bu bilgileri fazlasıyla paylaşıyorlar. İnanılır gibi değil bu açıdan baktığımızda ama öyle.. Bunu bir aklımızda tutalım..

İkinci mesele ise Picasa.. Picasa, google’ın fotoğrafları görüntüleme ve düzenleme için ürettiği yazılım. Bu yazılımın son versiyonunda, bu alanda devrim sayılabilecek bir özellik var. Yüz tanıma. Bilmeyenler için kısaca şöyle izah edeyim. Programı bilgisayarınız kuruyorsunuz ve tüm resimlerinizi gözden geçirmesini istiyorsunuz. Program tüm resimleri tek tek inceledikten sonra fotoğraflardaki yüzleri teker teker tespit ediyor. Ve işin hayran bırakan kısmı, aynı yüzleri ayırd ediyor olması. Siz belli bir yüz için arkadaşınızın ismini girdiğiniz zaman, facebook’taki tagleme gibi tüm fotolarda o kişinin ismi tagleniyor... Ve sonunda, bana Osman’ın resimlerini göster dediğiniz zaman tüm klasörlerdeki Osman’ın resimlerini bulup size gösteriyor.. Ya da yeni bir resim bilgisayarınıza yüklediğiniz zaman, o resimdeki kişileri daha önceden tanıttıysanız direk kendisi tagliyor.. Bu özelliğin en etkiyelici kısmı ise programın yanılmaması. Tereddüte düştüğü resimleri size sorup teyit almakla beraber %95 oranında doğru çalışıyor diyebilirsiniz. Benim en ilgincime giden, programın çok benzemeyen fotoğraflarda bile aynı kişileri tanıyabiliyor olması. Örneğin gülerken portre olarak çekilmiş bir fotoğraftaki arkadaşınızın profilden somurtan başka bir fotoğrafta tanıyabiliyor. Programın algoritması çok güçlü ve etkileyici. Programı da tavsiye ederim bu arada.



Şimdi yukardaki iki paragrafı bir araya getiriyorum.. Düşünün, facebook’taki tüm tag’li fotoğraflar Picasa ile çalıştırılıyor ve herkesin parmak izi gibi yüz-isim eşleştirilmesi yapılıyor. Yakın gelecekte öyle bir noktaya gelebilirki bu iş, sokakta rastgele bir fotoğraf çekiliyor, bilgisayar otomatik olarak fotodaki insanları tanıyor onların kişisel bilgilerini buluyor, başka özel fotoğraflarını ve arkadaşlarını ve herşeyi tespit ediyor. Ve tüm bu bilgileri bizler kendi ellerimizle sisteme giriyoruz şu anda.

Matrix filmindeymişiz gibi. Matrix bizi kontrol altında tutuyor, böylece sistem daha güvenli bir şekilde devam ediyor, bunun karşılığında özgürlüğümüze ve özel alanlarımıza müdahale edilmiş oluyor.. Etik olarak yanlış gibi görünse de geldiğimiz nokta bu kaçınılmaz sonu gösteriyor. Zeitgeist’i izleyenler bilir, bu işin bir sonraki basamağı herkese çip takılması ve aslında kredi kartları ve cep telefonları sayesinde o da olmuş durumda farkında değiliz..


Bana bu tip komplo teorileri çok uzak geliyor.. Bence hayat ve düzen o kadar karışık değil, herşey bir doğal denge içinde ilerliyor.. Hatta sistem’ciyim diyebilirim.. Sistem’le ilgili hiç bir sorunum yok, yani sistemin bizleri kontrol altına almasındaben bir sakınca görmüyorum. Diyelim sistem dediğimiz şey bir maksatla yukarda anlattığım kişi tanımlama veritabanını oluşturuyor olsun. Benim kişisel bilgilerimin başkası tarafından bilinmesinde benim için bir mahsur yok. Çok özel bilgileri zaten paylaşmıyorum. Onun dışında illegal birşey yapmıyorsam bundan neden rahatsız olayım, ya da kim neden rahatsız olsun.. Aksine, güvenlik açısından gayet faydalı bile olabilir.. Düşünün kalabalık bir yerde çantanız çalındı ya da saldırıya uğradınız ya da bir maçta sahaya yabancı madde atıldı.. Her neyse, bunun görüntüsü varsa veriyorsunuz sisteme, size o kişinin isminden ilkokul arkadaşına kadar herşeyi veriyor.. Bence güvenlik açısından gayet güzel.. Zamanla göreceğiz bu iş nereye gidecek..

Not : Yalnız google aldı başını gidiyor. Bilgisayar ve internet sektöründe yakın zamanda rakipsiz olacak gibi.

12 Aralık 2009 Cumartesi

INGLORIOUS BASTERDS – Hayal Kırıklığı

Aslında Tarantino yapmamış olsa “fena değil” sınıfına koyabilirdik (hoş Tarantino çekmemiş olsa vizyona bile girmezdi ya neyse) ama bir Tarantino fanatiği olarak, Tarantino birşeyler çekse de izlesek diye bekleyen biri olarak ciddi hayal kırıklığına uğradım.

Filmin güzel yanları yok mu, var tabi.. Tarantino filminin olmazsa olmazı zekice yazılmış dialoglar, şiddet unsurları ve ustaca çizilmiş karakterler gibi klasik Tarantino öğeleri filmde bolca mevcut. Başta Brad Pitt ve Alman Subay Landa karakteri olmak üzere oyunculuklar fazlasıyla iyi, belki de filmin en çekici özelliği oyunculuklar.. Brad Pitt’in aksağını, çene ve kaş duruşu çok egzantrik olmuş. Ve görsellik tabi, film fotoğraf kareleriyle dolu sanki.. Hikaye de orjinal, özgün en azından (sıkça rastlanan klişeleşmiş hikayelerden değil en azından)... Başta İyi, Kötü, Çirkin olmak üzere birçok eski filme göndermeler mevcut (çoğunu farketmemişizdir bile) Tüm bunlar bir filmi güzel yapmaya yeter belki evet ama eğer filmi Tarantino çekiyorsa çok daha fazlası olurdu genelde, bu film eksik kalmış..

Öncelikle çok uzun olmuş.. İlk defa bir Tarantino filminde sıkıldığım anlar oldu. Konu da kopuk kopuk olmuş, dağınık bölümlerden oluşan bir film gibi, toparlayamıyorsunuz. Tarantino filmlerinin en çekici özelliklerinden biri olan müzikler zayıf. Soundtrack’ı dinlemedim henüz ama filmde etkileyen bir müzikli sahne hatırlamıyorum. Tamam, Death Proof’taki gibi bir “Down in Mexico” eşliğinde Lap Dance beklemiyoruz ama en azından araya daha etkileyici birşeyler serpiştirilebilirdi. Bir daha otur izle deseler, boşverin gelin Kill Bill’i izleyelim derim..

Filmin ilginç bir diğer özelliği de “re-make” olması yani daha önceden yapılmış bir filmin tekrar çekilmiş hali olması. 1978 yılında italyanca olarak aynı film çekilmiş ve Amerika’da Inglorious Bastards ismiyle oynamış. Konu benzer ama bu filmi izlemediğim için tamamen aynı senaryo mu bilemiyorum. Birde Tarantino bu filmin ismini Inglorious Basterds olarak koymuş, yani 1978 yılındaki filmden farklı olarak son “a” yerine “e” harfini kullanmış, kim bilir nereye gönderme yapmış..

Ama filmi beğenmeyerek Tarantino’yu eleştirmek de bence yanlış, çünkü burda görülmesi gereken önemli bir nokta var. Tarantino artık “iyi film” yapmaya çalışmıyor, “canı istediği gibi film” yapmaya çalışıyor. Başka bir şekilde söylersek adam zaten yapacağını yapmış, sinema tarihinde bir kilometre taşı olmuş, ve artık tamamen kendi zevki için film yapıyor. Micheal Jordan’ın bir ara basketboldan sıkılıp beyzbol oynaması gibi bir durum yani. Tarantino’nun bir röportajında dinlemiştim; “eskiden ölümden korkmazdım, çünkü çok iyi bir film yapmak için yaşadığımı ve bu filmi yapmadan ölmeyeceğimi sanıyordum, ama artık korkuyorum. Çünkü Pulp Fiction’ı yaptım”. Burdan baktığınız zaman Pulp Fiction’ı yaparak zirve yaptığını bundan daha iyi bir film yapamayacağı için de tamamen kendi zevki için filmler yapmaya başladığını düşünebiliriz. Değişik tarzlar denedi. Kill Bill ile dövüş filmi çekti, Death Proof ile 70’ler sinemasına saygı yaptı ve şimdi de Absürd Alternatif Tarih Filmi diyebileceğimiz bir re-make film. Kill Bill ve Death Proof genelde çok beğenilmiştir ki bunlar benim de en favori Tarantino filmlerimdir, ama bu sefer Basterds pek olmadı gibi..

Filmin olmayışına ikinci bir nedende bu filmin fikrinin ilk ortaya çıkışı ve senaryosunun başlanması 2003 yıllarına kadar gidiyor olması. Anladığım kadarıyla araya hep diğer işler girmiş, bu da yapılacak işler listesinde kalmış ve hep ertelenmiş.. Tarantino’da sonunda şu filmi de yapıyım da aradan çıksın bari demiş olabilir..

Sonuç olarak izlenmesi gereken bir film ama Tarantino hayranlarını tatmin edecek yeterlilikte değil...

5 Aralık 2009 Cumartesi

Trabzon Manzaralari

Güzel memleketimden manzaralar.. (Muratanovic'in objektifinden..)