img { max-width: 560px; width: expression(this.width > 560 ? 560: true); }

25 Şubat 2014 Salı

August Osage County

 
 
 
 
Julia Roberts'i hiç bir zaman güzel bulmadım ne yalan söyliyim. Kocaman ağız, eblek bir gülüş ve gülmesiyle birlikte alnında beliren kocam damar. Bunu söylediğimde hep tepki aldım ama bu filmi izleyenler gerçek Julia Roberts'ı sanırım görürler. Evet yaşlandı, genç değil artık ama makyajsız düz hali hep buydu aslında.
 
Filme dönersek oyunculuk dışında birşey yok diyebiliriz kısaca. En iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı kadın oyuncu oscarlarının gideceği yer belli gibi.

Maryl Streep ve Julia Roberts oyunculuk olarak kişisel tatmin yaşayıp aynı zamanda şov yaptıkları bu film eminim birçok insan için bir zaman kaybı.

Konu yok. Müzik yok. Hatta filmin yarısı bir yemek Masası etrafında geçiyor.

Oyunculuklar filmi ne kadar kurtarır bilemem ama sanatsal ve entellektüel görünmek gibi bir derdiniz varsa bol bol övün bu filmi, çünkü bu filmi övenler toplum içinde sinemasever sanatsever olarak algınabilirler. Sırf bu yüzden Akademi de oscarsız bırakmayacaktır bu filmi...

Ordem e Progresso




Gereksiz bir bilgi olarak Brezilya bayrağında ne yazar biliyor musunuz ? "Ordem e Progresso". Yani mealen kanun (veya hukuk, düzen vs anlamında) ve ilerleme (veya gelişim de diyebiliriz). Ülkenin kuruluşunun dayandığı ana felsefe dersek yanlış söylemiş olmayız. Belli hukuk kurallari dahilinde, ve sürekli ilerlemeye yönelik. (Futbolu unutmuşlar, o da olsa tam olacakmış)

Zaten gelişmekte olan ülkeler içinde Brezilya'nin ekonomik yapısıyla farkli bir yönde olduğunu gorebiliriz.Yakıt olarak petrol yerine %70 oranında bio-yakıt kullanmaları (şeker pancarından üretiliyor) da buna bir örnek. Konumuz Brezilya değil ama, geçiyorum o yüzden.

Ordem e Progresso. Türkçeye çevirince Kanun ve İlerleme diyebiliyoruz. Peki eski Türkçeye çevirince ne olur ? Soyliyeyim. Ittihat ve Terakki...Yaaa..  Ittihat ve Terakki %100 karşılamasa da kabaca aynı anlama geliyor diyebiliriz.

Şimdi, tarihe merakı olmayanlar için Ittihat ve Terakki sıkıcı tarih derslerinin baş ağrısından başka bir şey olmayabilir, ama Türkiye tarihi için çok onemlidir. Kabaca özetlemek gerekirse, Hukuk (Ittihat) ve Modernleşme Ilerleme (Terakki) konularına odaklanarak ülkeyi ileriye taşımaya çalışan bir gruptan bahsediyoruz. Osmanlı'dan başlayan, 1. meşrutiyet, 2. meşrutiyet daha sonrasinda Türkiye Cumhuriyeti ile devam eden, içinde Atatürk, Inönü ve Bayar gibi isimleri de barındıran Turkiye'nin aydınlık yüzü aslında. Cumhuriyet ile birlikte Ittihatçilar, Turkiye'yi modern bir ülke yapmak için çalışmaya devam ediyorlar.

Tabi daha sonra çok olaylar oluyor, ilk başta Atatürk'ün yanında olan Ittihat'çılar zamanla ayrı düşüyorlar. Izmir suikasti felan darken çok partili sisteme geçmekle beraber Menderes ve Bayar önderliginde Demokrat Parti'yi de doğuran yine bu Ittihat'çiler oluyor. Bugünkü AKP'nin öncüsü olan Demokrat Parti, Adalet Partisi, DYP ve ANAP, yani liberal-muhafazakar cizginin kökeni, aslında aşırı muhafazakar ve gerici kesimle mücadele eden Ittihat'çılara dayanıyor.

Ne alakası var demeyin.. Nereden baslamıştık. Ordem e Progresso. Kanun ve Ilerleme. Ittihat ve Terakki.. Daha yeni Turkçe'yle soyleyelim bakalim ne oluyor.. Adalet ve Kalkinma :) Bir ışık yandı mı ? Veya ampul :)

Tesadüf müdür bilmem. Kendimce böyle bir tespit yaptım. Bundan 120-130 yıl önce kadar ülkedeki aşırı muhafazakar ve hatta gericilere karşı baslatılan aydınlık, hukuk ve modernlik mücadelesi akımı, bugün geldiği noktada muhafazakar ve gerici olmakla suçlanıyor.

Her zamanin kendine has bir ruhu var işte... Tarihçi değilim, ama Tarihin akışı her zaman etkilemiştir beni....

24 Şubat 2014 Pazartesi

Hustle vs Wolf


Amregeddon ve Deep Imapct gibi orjianl bilimkurguların yanında American Beauty gibi sosyolojik başyapıtlar veya bilgisayar teknolosinin de gelişmesiyle Matrix gibi kilometre taşları.. Tarantino gibi yönetmenlerin Pulb Fiction gibi yaptıları, Gladyatör ve Braveheart gibi efsanevi lirik kahramanlık hikayeleri, Forrest Gump gibi başyaptılar yine bu döneme denk gelir. 1990'ların ortalarından 2000'li yılların başlarına kadarki 10 yıllık dönemden bahsediyorum, çok önemli ve orijinal senaryolar çıkardı Hollywood. O ara senartistler bir coştu yani.

Sonra dizi işine mi verdiler kendilerini senaristler bilinmez, Hollywood'dan senaryo çıkmamaya başladı. Son 10 yıldır özellikle ciddi bir senaryo sıkıntısı var. Sanırım çekilebilecek herşey çekildi. Tüm aşklar, tüm cinayetler, tüm komiklikler, tüm action sahneleri ve hatta tüm siyasi karakterler. Seyirciyi şaşırtacak veya sürükleyecek senaryolar bulmakta zorlanır hale geldi Hollywood. Zaten 2005 sonrası oscar alan filmlere bakılırsa bu durum görülebiliyor. Veya Harry Potter, Yüzükleirn Efendisi, Alacakaranlık veya Açlık Oyunları gibi seriler de Hollywood'un tıkanmışlığı gibi biraz. Veya bol bol biografik yapımlar, Ali, Demir Lady, Elizabeth, Lincoln gibi. 

Ama öte yandan sinema sanatı, teknolojiyi de yanına alarak kariyerinin zirvesine çıktı diyebiliriz. Artık iyi bir sinema filmi neredeyse iyi bir senaryoya bile ihtiyaç duymaz hale geldi. American Hustle ve Wolf of the Wall Street işte bu gelinen noktanın en iyi iki örneği. Eğer bu yıl Oscar bu iki filmden birine verilmez ise, ki benim oyum American Hustle'dan yana, Akademi dükkanı kapatsın bıraksın bu işleri.

Her iki filme de baktığınızda hani konu ne deseniz, çok da söyleebilecek birşey yok. American Hustle'de belki biraz verebilirsiniz ama Wolf of the Wall Street için verebileceğiniz bir spoiler bile yok. O kadar senaryosuz, konusuz filmler. (Konusuz film dediysek o anlamda demedik :) ) Ama gelin görünkü sinema sektörünün geldiği noktada, anlatım gücü, yüksek oyunculuk, görsellik, müzik hepsi birleşiyor ve ortaya keyifle izlenecek başyapıtlar çıkartıyor..

American Hustle...


Tiplere bakar mısınız. Şimdi bu film izlenmez mi ?
Christian Bale oyunculuğun zirvesinde. Zaten film için 10kg felan almış sanırım. Daha önceden de Makinist için 10kg felan vermişti. Walla bravo. 
Kostümler zaten sizi yetmişli yıllara alıp götürüyor. Hikayenin çok da önemi yok ama oyuncular sizi hikayenin içine çekip götürüyor. Komedi unsurları çok yerinde kullanılmış. Karakterler özenle çizilmiş, hissedilerek oynanmış. Akademi bu filmi daha çok sever gibi geliyor.. ,

Wolf of the Wall Street...


Akademi artık Leonardo'ya bir heykelcik verir bu yıl. Leanorda sadece yakışıklılığıyla orada olmadığını kanıtlayalı çok bile oldu aslında. Martin Scorsese ise resmen artık ustalık zamanını yaşıyor. 3 saatlik böyle lirik bir film yapmak, hem de ortada bir senaryo olmadan, bir sinema başarısından başka bir şey değil. Filmde bol bol gülüyor, bol bol kendinizi kaptırıyorsunuz. 3 saat nasıl geçiyor farkına bile varmıyorsunuz.

 
Bu yılki Oscar'ın en iyi filmi bu iki film arasında gider gelir diye tahmin ediyorum. Gravity gibi enteresan yapımlar da var ama Oscar sanırım goes to American Hustle diyorum...


edit: Sevgili Akademi, madem 12 years of slave'e Oscar verip ırkçı olmadığınızı ıspatlamaya çalışacaktınız, geçen yıl Django'ya verseydiniz ya en iyi film oscarını.

13 Şubat 2014 Perşembe

Dağ ve Nuri Nuri Ceylan




Bazı filmleri Nuri Bilge Ceylan'ın çekmesi lazım. Yavaş ilerlemeli bazı filmler. Psikolojiyi yavaş yavaş vermeli izleyiciye... Fotoğraf karelerinden oluşmalı, ve her sahneyi bir fotoğraf karesine bakar gibi bakıp sindirmeli izleyici...
Hele de dağın başında çekiyorsanız görsel şölen yaratmalı, her an ayrı bir fotoğraf karesi gibi olmalı..
Diyaloglar yavaş ama gerçekçi olmalı, içine çekmeli seyirciyi. Gerçek insanların diyalogları olmalı...
Flash-back'lerle değil anlatımla verilmeli hikaye...

Evet sıkıcı oluyor böyle yavaş ve sanatsal filmler doğrudur ama, eğer Dağ filmini Nuri Bilge veya bu tipte bir yönetmen çekmiş olsaydı, ortaya çok daha güzel birşey çıkabilirdi..

Şimdi ne çıktı, iyi bir konu ama yer yer zorlama bir senaryo ve biraz da havada kalmış bir film. Olmamış yani, konu mundar edilmiş biraz.


Bir zamanlar Anadolu'da.. Şu yukarıdaki kareye bakın mesela, fotoğraf bile değil, tablo gibi.
Konuşmalar diyaloglar, gerçek hayattan geliyor.. Senaryo olsun diye konuşmuyor karakterler, mada yoğurdunun kokusunu konuşuyorlar gecenin bir yarısı..

Beğenmeyebilirsiniz. Bu ne beklediğinize bağlı tabi. Elma alıp, portakal tadı gelmedi diye manavı eleştirebilir misiniz ? Nuri Bilge hiçbirzaman heyecanlı, aksiyonlu ve tempolu bir film vaad etmiyorki izleyiciye, ya da tüm filmler böyle olacak diye bir kural mı var ? Nuri Bilge görsellik vaad ediyor, hikaye vaad ediyor ve oyunculuk vaad ediyor. E film dediğimiz şey zaten görsellik, oyunculuk ve hikaye üçlemesinin birleşmesinden oluşmuyor mu, belki bir de müzik ekleyebiliriz buna.. O zaman, film ağır gidiyor, hikaye sarsıcı değil diye eleştirmek ne..

Ama ben diyorum ki, Dağ gibi orjinal bir konuyu, Cem Yılmaz'ın deyişiyle, Nuri Nuri Ceylan çekmiş olsaydı, acaba ortaya nasıl birşey çıkardı ? Dağ'daki görsellikleri, diyalogları, askerlerin yaşadıkları psikolojinin izleyiciye verilmesini düşünemiyorum bile..


Şehitlerimizi ise saygı ve şükranla yad ediyoruz bu arada, mekanları cennet olsun inşallah.. 

Efendi

Sene 2004 sanırım. Kurtlar vadisinin tüm Türkiye'yi ekranlara kitlediği yıllar. Trabzon'da kahvelerin bile kurtlar vadisi saatinde boş olduğu yıllardan bahsediyorum. Süleyman Çakır daha ölmemiş. Çok iyi bölümlerdi. Dönemin Muhteşem Süleyman'ı.

Bölümlerin birinde, bu Polat'ın MİT'teki müdürü bir kitap okuyordu. Efendi. Soner Yalçın'ın o zaman yeni çıkardığı bu kitabın dizide biraz da reklamı yapılıyordu. Ta o zamandan beri bu kitabı okuma niyetim vardı hep erteledim. Ve geçenlerde sonunda alabildim kitabı ve okudum.



Edebiyat'la ilgili çok post atmamakla birlikte, okuduğum kitaplarda daha çok tarihsel, biografik ve klasik edebi türler hep daha çok ilgimi çekmiştir. Efendi de çok uzun olmasına rağmen, zaman zaman romansal havası ve sürükleyiciliğiyle beğenerek okutuyor kendisini.

1800'lerin sonundan başlayan ve 1960 darbesine kadar gelen süreçte ülkemizi yönetenlerin hikayesini belli başlı birkaç aile üzerinden anlatan çok etkileyici bir tarihsel kitap. Müthiş bir araştırma herşeyden önce. Soner Yalçın'ı beğenirsiniz beğenmezsiniz yazdıklarını tasvip etmeyebilirsiniz vesaire ama yapılan bu çalışma hakkında saygı duymamak mümkün değil.

Bizim kuşak dahil ve daha gençlerin, yani 1980 ve sonrasında doğanların Türkiye yakın tarihini anlamak adına muhakkak okuması gereken bir kitap. Lisede tarih derslerinde dinlediğimiz o sıkıcı Osmanlı son dönemli meşrutiyet hikayelerinin, Kurtuluş Savaşı ve ardından Cumhuriyetin Atatürk ile geçen o ilk yılları, daha sonrasında kulaktan dolma birkaç bilgi dışında pek birşey bilmediğimiz 27 Mayıs ihtilalinin arka planı çok güzel bir dil ve araştırma ile anlatılıyor.

Çok enteresan bilgilerin olduğu, Türkiye'de 150 yıldır oynanan oyunların pek de değişmediğini, halkın demokrasi ile imtihanını zaman zaman üzülerek, zaman zaman heyecanlanarak bazen de şaşırarak okuyorsunuz.

Halid Ziya Uşaklıgil'in Atatürk'ün kayınçosu olduğundan tutun da, Nazlı Ilıcak'ın kardeşinin Ömer Çavuşoğlu olmasından, Adnan Menderes'in zamanında Altay takımında futbol oynamış olmasından tutun da Sabetayizmin hangi ailelerde olduğuna kadar bir çok şaşırtıcı hikayenin ve olayın anlatıldığı bu kitabın, söylediğim gibi twitter'da, face'de veya internette zamanını harcayan, kitap olarak Harry Potter ve Twilight okuyan, hatta Justin Bieber dinleyen zamanın tütekim toplumu yeni jenerasyonlarının mutlaka okuması gereken bir kitap.