img { max-width: 560px; width: expression(this.width > 560 ? 560: true); }

27 Ekim 2010 Çarşamba

En iyi 30 Film Part 2 : 20-10

20- Good Will Hunting (Can Dostum, çeviriyi bana sormayın, öyle çevirmişler)

Matt Damon ve Ben Affleck’in (eski kankaymışlar) senaryosunu beraber yazıp sinema dünyasına bodoslama girdikleri film.


Çok zekice yazılmış özgün bir senaryoya, Robbie Williams’ın oyunculuğu ve sıcak bir aşk hikayesi de eklenince arşivlik bir film çıkmış ortaya.


19- Lock, Stock and Two Smoking Barrels (Ateşten Kalbe Akıldan Dumana, bir bomba çeviri daha)

Bir Guy Ritchie filmi olmadan en iyi film sıralaması yapmak olmazdı. Aslında Snatch’ı koymayı çok isterdim ama bu film bambaşka. Yine farklı bir senaryo, Tarantino vari sahneler ve dialoglar, ingiliz yaşam tarzı ve mafya ilişkileri, başarılı oyunculuklar ve ustaca çizilmiş karakterler filmi ayrı bir yere koyuyor.


Film boyunca yüzünüzde ince bir gülümseme ve şaşkınlıkla ama aynı zamanda heyecanla izliyor ve filmin içinde kayboluyorsunuz. Filmin finali ise filme Guy Ritchie'ye yakışan alternatiflikte bir final.


18- Gemide

Kült Türk Filmi dendimi akla gelen ilk filmdir benim için. Mahalle’nin muhtarları dizisinde “Fadime, Fadime” diye koşturan saf Temel rolündeki Erkan Can’ın ne büyük bir oyuncu olduğunu gösteren, alternatif senaryonun ne demek olduğunu anlatan bir filmdir.


Bol argo nedeniyle televizyonda izlenebilecek bir film değil, sinemada ya da DVD’den izlemek gerekir. Ama ilk izlendiğinde insanı koltuğa yapıştıran bir film. Senaryo ve replikler müthiş, gerçekçilik üst seviyede.

Yurt dışındaki yabancı arkadaşlarıma DVD’sini hediye etmişliğim vardır ama ingilizce altyazı, çeviri yetersizliğinden aynı etkiyi yapmadı onlarda. Tabi burda Türkçe’nin ve Türk Kültürü’nün yabancılara anlatılmasının zorluğu da var. Yani bu filmden ancak bir Türk keyif alabilir.

Hikayesi ve hatta iki sahnesi bu filmle kesişen, yine aynı bağımsız sinemacıların çevirdiği “Laleli’de bir Azize” filmi vardır ki, onu da bu filmin ekürisi olarak izlemekte fayda vardır.


17- A Knigth’s Tale

Romantik komedi ve macera türünün güzel bir örneği, Rest In Peace, Heath Ledger’in da kariyerinin ilk ışıltılarını sergilediği film. Tabii filmin esas kızı olan Shannyn Sossamon da filme ayrı bir lezzet katıyor.



Çok güçlü bir senaryo, çok hoş bir aşk hikayesi tarihi figürler, müzikler ve hoş esprilerle süslenmiş. Macera ve heyecan da eksik kalmamış. Ağızda hoş tad bırakan bir film. Dünyadaki tüm dertleri iki saatliğine unutmak ve hoşca vakit geçirmek için ideal bir film. Eğer filmi tekrar tekrar izlerseniz de ilk izlediğinizde farkedemediğiniz bir çok espriyi farkedebilirsiniz.

Bu filmin benim için farklı bir önemi de var. Benzer bir durum sıradaki film olan Orange County ve listenin ilerleyen sıralarında karşınıza çıkacak olan City of Angels için de geçerli. Şimdi Dubai’da sefil bir yaşam sürüp şantiyecilik yapmaya çalıştığım dönemlerde elimde sadece bu üç filmin VCD’si mevcuttu. Orange County şu anda kayıp ama diğer iki filmin CD’leri hala CD çantamda dururlar. Neden sadece bu üç film, çünkü o kadar sefil bir dönemdi ki işten güçten alışveriş merkezine gidip alışverecek zaman ve imkanım yoktu. İnternet zaten büyük lüks, emaillerimize bakabildiğimiz zamanlar mutlu oluyorduk. O yüzden sanırım 5-6 ay boyunca mütemadiyen bu üç filmi izledim. O kadar alışkanlık yaptı ki sonra da bırakamadım, başka filmler bulduktan sonra da ara ara izlemeye devam ettim bu filmleri. Hala daha da izlerim hatta.. Toplamda her birini 300’er defa izlemişim desem evet biraz abartmış olurum belki ama çoğu sahnelerini artık ezberledim diyebilirim. Öyle de saçma bir durum olmuştur benim için.


16- Orange County

Yukarda bahsettiğim gibi Dubai günlerimden kalma bol bol izlediğim bir film. Şimdi burda şöyle bir not da düşmem lazım. Dubai’deki filmler sansürden geçerler. TV’lerdeki filmlerde sansürden geçer ve hatta, hala yapıyorlar mı bilmiyorum ama, CD’lerle giriyorsanız ülkeye girişte CD’lerinize teker teker bakıp kontrol ediyorlar, uygun görmediklerini ülkeye sokmanıza izin vermiyorlar. Bu Orange County için de benzer bir durum söz konusu. Filmdeki bir çok öpüşme, dans, belden aşağı espriler makaslanmış benim aldığım VCD’de.. Ama ben ilk 80 izleyişimde filmin bu makaslanmış halini güzel güzel izledim.. Daha sonra, yıllar sonra, filmi televizyonda yakalayınca izleyim dedim ve kesilen sahneleri izlememle şoka uğradım. Filmi ilk 80 izleyişimde meğersem filmin yarısını izlememişim.. Yuh dedim yani..


Filme gelirsek, sanırım bu filmin dizisi varmış ve diziden filme uyarlamışlar.. MTV yapımı olan filmde Crazy Town’ın o yıllara damgasını vuran Butterfly şarkısı filmde de etkisini göstermiş. Karakterler, senaryo, eğlence, duygusallık, komedi ve gençlik tam tadında.. Özellikle tarzına hayran olduğum Jack Black filme apayrı bir tad veriyor, bazı sahnelerde kopmamak elde değil.. Ayrıca filmde anlatılan “yazar olmak isteyen çocuk” hikayesi de kararsız günümüz gençlerinin çok anlam çıkartabileceği türden.


15- Kill Bill 1

Listeyi Tarantino filmleriyle doldurmamak için kendimi zor tuttum bir an ve tüm Tarantino filmlerini temsilen bu iki filmde karar kıldım. İlki Kill Bill (ilk kısım), diğeri de sıradaki film olan Death Proof. “Sinemaya doymak” isteyenler için sinema şöleni ve defalarca izlenebilecek bir film.


Soundtrack’ı da her Tarantino filminde olduğuı gibi defalarca dinlenebilecek, zevk sahibi bir insanın tercihinden çıkmış oldukları belli olan şarkılarla dolu. Bu filmin soundtrack albümünde de yukarda bahsettiğim Orange County ve A Knight’s Tale durumu mevcuttu benim için. Yine Dubai’de çalıştığım sefil dönemlerimde, nasıl evde üç tane film CD’m varsa arabada da iki adet kasetim mevcuttu sadece. Biri Kill Bill 1’in kasetiydi işte (diğeri de Let Go albümüyle Arvil Lavigne idi).. Her şarkısı ayrı güzel olan bu sound track’te yalnız bir şarkı vardı ki, trompet mi saksafon mu bilmiyorum sinek vızıltısı gibi bişeydi, o şarkıyı dinlerken iyi kaza yapmadım o zamanlar.. İsmini hatırlamadım şimdi o şarkının ama albümün gerisi bomba..

Filme gelirsek ne söylesem az. Quentin Tarantino filmi işte, sanırım yeterli olacaktır.. İzlemeyen varsa ayıp eder, hemen bulsun izlesin.. İzleyip beğenmeyen varsa ona da söyleyecek söz bulamıyorum..


14- Death Proof

Listenin bir diğer on numaraTarantino filmi.. Bu filmde iki sahne vardır defalarca izlediğim.. Birisi lap dance yapılan aşağıdaki sahne ve orda çalan “down in Mexico” şarkısı.. Diğeri de araba kazasından önce kızların radyoda “Hold Tight” dinlemesi, şarkıyı çalan grubun ismi de ayrı geyik, “Dave Dee, Dozy, Mick, Tich, Osman, John, Nuri vs. ” gibi birşeydi.. Bunların dışında, filmlerdeki klasik Tarantino replikleri ve ayak fetişzmi, eski 70’ler filmlerine yapılan göndermelerle insanı sinemaya doyuran bir başka Tarantino filmi.





13- Braveheart

“Freeeeedoooooom” diye bağıran William Wallace’a kimbilir kaç filmde ve dizide gönderme yapılmıştır. Film hakkında fazla birşey söylemeye gerek yok sanırım, Mel Gibson’un kariyerinde zirve olan bu destansı ve masalsı filmi sanırım 124 defa izlemişimdir.. Özellikle Üniversite dönemimde yurtta kalırken boş vakitlerimizde Braveheart izleyip gaza geldiğimizi bilirim. İnsanın hayatında garip dönemler oluyor işte böyle. Bugün olsa yine aynı tadla izlerim diye tahmin ediyorum.



12- Pirates of Caribbean 1 (Karayip Korsanları 1)

Johny Depp, Johny Depp, Johny Depp.. Kariyerinde eksik olan hit filmi yapmış oldu Depp ve tek başına bir filmi nasıl sürükleyebileceğini göstermiş oldu. Captain Jack Sparrow karakteri, sinema tarihinin en kült, en aykırı, en eğlenceli, en sepmatik ve en sıradışı karakterlerinden biri olmayı başardı. Bunu da Johny Depp’ten başkası zor yapardı.


Böyle bir karakterin etrafına da müthiş masalsı bir hikaye serpiştirilmiş. Görsellik şahane, espriler belli bir zekanın ürünü. Fillmdeki diğer karakterler de çok güzel yazılmış ve oyuncular da rollerin hakkını vermiş (Goeffry Rush, Orlando Bloom vs).. Defalarca sıkılmadan izlenebilecek bir film..


11- Terminator 2
Bu film öyle bir film ki, sinema tarihinde bir kilometre taşıdır. Sinema aksiyon filmlerini Terminator 2’den öncesi ve sonrası diye ikiye bile ayırabiliriz. Filmin birçok öğesi için (özellikle teknolojik efektler) sinema tarihinde bir ilk diyebiliriz. Bu film olmasa aksiyon filmleri kesinlikle bugün oldukları yerde olmazlardı. Bu film olmasa çok şeyler farklı olurdu.. Arnold California valisi olamazdı mesela.


Burda yonetmen James Cameron’un hakkını vermek lazım, başkası çevirseydi film aynı etkiyi yapamazdı kesinlikle.

Guns ‘n Roses’ın müzikleriyle (you could be mine eşliğinde bir kovalamaca sahnesi vardır ki, tadından yenmez) süslenmiş aksiyonun yanında bolca gerilim, farklı ve özgün senaryo, heyecan, bilim kurgu, ve görsellik. Araya serpiştirilmiş ufak tefek espriler ve hikayenin akıcılığı ayrıca filme çekiyor izleyiciyi.
Cıva adam, Hasta La Vista Baby, I’ll be back, Guns ‘n Roses, Hidrojen Kamyonunun patlama sahnesi, Terminator’ün kolu ve Kıyamet Günü filmden akılda kalanlar.
Filmin üzerinden 20 yıl geçmiş ama hala birçokları için gelmiş geçmiş en iyi aksiyon ve bilim kurgu filmidir.



Bugünlük bu kadar.. Listemiz devam edecek, ilk 10 çok yakında ...

26 Ekim 2010 Salı

En iyi 30 film Part 1 : 30-20

Bir filmden ne beklenir, ya da ben ne beklerim... İyi bir hikaye, masalsı bir anlatım ve hoşca vakit geçirmek herşeyden önce gelen beklentilerdir benim için. Müzikler ve görsellik olmazsa olmazlar tabi, bunların yanında duygusallık, heyecan ve biraz da espri de varsa tadından yenmez... Oyunculuklar ve kurgu da diğer olmazsa olmazları güzel bir film için..

Yazıyı ilk 10 yapma niyetiyle başladım ama bu kadar güzel filmi 10’a indirgeyemedim malesef.. O yüzden 30 film sıraladım.. Yine de listeye koyamadığım için içimi yakan filmler var ama yapcak birşey yok artık.. 30 filmle idare edeceğiz artık, dışarda kalanlara da bir başka listede değinmek dileğiyle.
Film sayısı 30 olunca ve yazı da biraz ucun olunca bunları tek posta sığdırmıyım dedim ve yazıyı üçe bölmeye karar verdim.. Sondan geriye doğru başlıyorum, ilk önce Top 30-20 arası ile başlayalım...

İşte beni benden alan, defalarca izlediğim ve bundan sonra da izleyebileceğim filmler, bittiği zaman bittiği için üzüldüğüm damağımda tadı kalan filmler.. Çoğu zaten bildiğiniz izlediğiniz filmler diye tahmin ediyorum ama içlerinde izlemediğiniz varsa, çok şey kaçırmışsınız demektir ve ilk fırsatta bir yerden bulup izliyorsunuz..
İçinde Titanic’in, Star Wars’ın ya da herhangi başka beğendiğiniz filmin olmadığı listeye liste demem ben diyorsanız ona da saygımız var ama bu da benim listem işte.. Sen de yap, senin de olsun..


30- Mullholland Drive

Bu filmle ilgili ve David Lynch ile ilgili söylenebilecek çok şey var, söylendi de zaten, o yüzden fazla detaya inmeye gerek yok. Filmi izlemediyseniz izleyin ve burdan sonrasını okumayın, spoiler var, sıradaki filme geçip ordan okumaya devam edebilirsiniz.. Eğer filmi izlediyseniz, size şöyle bir tavisyede bulunabilirim, yakın bir arkadaşınızla izleyin ve “hacı film deli kopuyor bi yerden sonra” gazı da verin. Filmin kopmasını allak bullak bir suratla bekleyen ve filmi anlamaya çalışan arkadaşınızın film bittiğindeki surat ifadesi neden bu filmin bu listede yer aldığının sebebidir.


Bu filmle ilgili yorumlar genelde “filmi anlayan beri gelsin” şeklindedir. Oysa bu filmi konusuz izlemek lazım, sadece izleyin, filmin içinde kaybolun. Filmden tad almanın formulü de budur, anlamaya çalışırsanız ve bir son yakalamaya çalışırsanız geri dönüşü olmayan yollara girebilirsiniz. Bugüne kadar izlediğimiz yüzlerce filmin bir konusu, konsepti vardı diye her filmde bunları aramaya gerek yok, bir filmde de olmasınlar.


29- School of Rock (Hababam Rock)

Jack Black.. Bu adama bayılıyorum, kendimi Brad Pitt ya da Bruce Willis gibi hissetmediğim dönemlerde Jack Black gibi hissediyorum diyebilirim. Bence hakettiği değeri bulamamış, kendine has espri tarzı ve stili olan bir komedyen. Müzik tutkusunu filmlerinde sık sık kullanıyordu zaten ama bu filmi komple müzik üzerine kurmuş. Çok eğlenceli bir Pazar günü aile sineması ortaya çıkmış. Filmin Türkçe çevirisi ise ayrı bomba, “Hababam Rock”. İzleyin, çocukluğunuza gidin, eğlenin, gülün neşelenenin.. Filmin sonundaki sırayla şarkı söyleme sahnesi ise defalarca izlenecek kadar sıcak ve içten olmuş...



28- Finding Nemo

Eğer bir gün SCUBA dalışı yaparsanız, ve bu dalışı böyle renkli bir deniz altısı olan bir yerde yaparsanız, bu çizgi filmde olan herşeyin gerçekte deniz altında mevcut olduğunu görebilirsiniz. Özellikle filmin başında Nemo’nun doğduğu evi (yosunumsu şeyler) ve resifleri görebileceğiniz bir yer bulabilirseniz ne demek istediğimi anlarsınız (bakınız aşağıdaki foto nerdeyse aynen filmde de mevcut). Şurda bahsettiğim Gili Trawangan gezimde ve dalışımda aynen o görüntüleri ve yosunların arasından bana bakan Nemo’yu bu şekilde görmüştüm. (meraklısına, nemo'nun türü, clawnfish yani palyaço balığı, hamsinin renkli olanı da diyebiliriz :) )



27- Notting Hill

Eğer son on yıldır Hollywood’da bir Romantik Komedi furyası varsa bu işin baş sorumlularındandır bu film ve Hugh Grant. Bu tür filmler için ayrı bir eleştiri yazısı bile yazılabilir o kadar çok klişeler varki.. Kızın gay arkadaşı, Esas oğlanın salak arkadaşı (genelde irlandalı ya da zenci olurlar), ilişki bir yerde çıkmaza girer ve romantik şarki damardan girer ve ufak çaplı bir klip çekilir. Kahramanlar otobüste orda burda birbirlerini düşünürler efkarlanırlar vesaire.. Herşeye rağmen seviyoruz da bu tip filmleri ve onsuz yapamayız...



Bu filmde de işte bu işin ilklerinden.. Müzikler on numara, Hugh Grant ve Julia Roberts döktürüyor zaten, espriler çok kaliteli.. Sımsıcak bir romantik komedi.. Defalarca sıkılmadan izlenebilecek cinsten..


26- Trainspotting

Biraz eski bir film olması ve ingiliz aksağanın baskın olması dışında 10 numara bir film. Kült filmler arşivi yapıyorsanız kesinlikle olması gereken bir film.


Sosyal yaşamı irdeleme ve eleştirme, uyuşturucuyu ve gençliğe yakın bakış, ince espriler, hikayesi, hikayenin anlatımı, özenle çizilmiş karakterler, müzikler ve birçok anı fotoğraf karesi gibi olan (bazıları bir rock grubu kaset kapağı gibi) görselliğiyle müthiş bir film. Hatta sinema tarihinde yeni bir sayfa açan, Tarantino ve Guy Ritchie gibi yönetmenlere oldukçe ilham verdiğini düşündüğüm bir film.

25- Old Boy

İşte listenin en bomba filmerinden biri. Sıralamada biraz arkalarda kalmış olsa da birçokları listenin en başına da koyabilirdi bu filmi. Senaryosu, oyunculuğu, akıcılığı ve özgün hikayesiyle sizi sizden alabilecek bir film. Kült filmler arasında yerini çoktan almış bir başyapıt, filmi izleyenler bana hak verecektir. Kore filmi olan yapıtın yakında Hollywood versiyonunun da çekileceği gelen haberler arasında.



24- Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli)

Hapishane filmlerine karşı hep ayrı bir ilgim olmuştur. Hapishane hayatı da hep ilgimi çekmiştir. Hem Amerikan filmlerindeki F tipi hapishaneler, iki kişilik odalarda kalınan, zencilerin body çalıştığı, dövmeli meksikalıların mafyalaştığı, beyazların firar etmeye çalıştığı hapishaneler. Hem de Türk filmerinde geçen koğuş ve ağalık sisteminin olduğu hapishaneler. Her iki türlü hapishanede ilgimi çekmiştir hep. Tam olarak ilgimi ne çekiyor bilmiyorum ama o ağır akan zaman, yapacak birşeyin olmaması, deiğişik profilde insanların dialog halinde olmaları. Ve tabi sürekli yapılan kaçış planları.


Shawshank Redemption’ı diğer filmlerden ayıran tabi öncelikle Tim Burton ve Morgan Freeman’ın oyunculukları, senaryodaki felsefi boyutlar ve sizi içine çeken heyecanı. Ve filmin finali tabi.

Bu filmin bir diğer özelliği de imdp’de tüm zamanların en iyi filmi olarak gösterilmesi. Bayaa iddaalı di mi ? İzlemediyseniz kaçırmayın derim.
Amerikan History X, Life (Müebbet Kuşları (Eddie Murphy ve Martin Lawrence oynuyor, film adı çevirisi de ayrı bomba), Tango ve Cash, Lock Up (Sylvester Stallone filmi, sanırım firar olarak çevrilmişti),Tatar Ramazan ve Yol gibi birçok filmde de bu hapishane havasının tadını alabilirsiniz.


23- The eighth Day (Le huitième jour) (Sekizinci Gün)

Arkadaşım Harry... Arkadaşım George... İki zoraki arkadaş ve bir yol filmi.. Klasik değil mi ? Ama bu arkadaşlardan biri dawn sendromlu (ve rolü oynayan oyuncu gerçekte de dawn sendromlu) olunca üstüne de duygusal bir hikaye absürdlüklerle süslenince gözyaşlarını gülücüklere karıştıran bir film çıkmış ortaya.. Filmin finalinde oyuncuların şarkı söylemesi ise filmin koparan anı oluyor... Çok sıcak bir film...


22- One Flew over the Cuckoo’s Nest (Gukuk Kuşu)

Yönetmen, Oyunculuk ve Senaryo.. Stanley Kubrick, Jack Nickolson ve bomba bir senaryo bir araya gelirse ne olur ? Kült olur. Efsane olur. Anlatılmaz izlenir sadece.


Fight Club gibi, kendimizi kötü hissettiğimiz zamanlarda ara ara izleyip kendimizi şarj edebileceğimiz bir film.

Hani filmde kırması imkansız olan lavaboyu kırarım ben deyip kırmaya çalışıyor ya J. Nickolson, sonra da “en azından denedim” diyor ya, işte o sahneyi akıllara getirmek lazım cesaretimizi toplayamadığımız denemekten korktuğumuz anlarda.


21- Ice Age

Kilometretaşıdır bu film.. Öncüleri vardı elbet ama özellikle Shrek serisi ile beraber bu Ice Age serisi animasyon film türüne level atlatmış, Aslan Kral’lardan Wall-E’lere geçişi sağlamıştır. Çizgi film oluşu ve çocuklara hitap edişinin yanında biz büyüklere hitap eden ince espri anlayışıyla her kesime hitap edebiliyor bu yeni nesil animasyonlar. Animasyon tekniklerinde son teknolojinin kullanılması izleyiciyi iyice masalın içine çekiyor... Bir filmden bekleyebileceğiniz görsellik, müzik ve eğlence had safhada...

Bu filmin Türkçe dublajı da ayrıca çok başarılıdır. Bu dublaj konusunda Türkiye çok başarılıdır genelde ama bu filmde başta Hakuk Bilginer ve Ali Poyrazoğlu döktürüyor resmen.

Filmin en efsane karakteri ise şüphesiz Scrat.. Ve işte beni benden alan "ahanda s.çtık" bakışı ...




Devam edecek...

19 Ekim 2010 Salı

Şeftali



Var mı şeftali gibisi be.. Olsada yesem şapur şupur, üzerime döke döke.. Bazıları yiyemez kabuğu tüylü diye, hatta bakamaz bile. İçleri kamaşıyormuş, çok saçma...

Fotonun üzerine tıklayıp büyük versiyonunu indirip wallpaper olarak kullanabilirsiniz. Ücretsiz, bir bohemdünyam hizmeti ..

Genç Şantiyecilere Öğütler

İnsanı yaşlı hissettiren bir başlık oldu, biraz da ukala durdu farkındayım ama idare edin artık.. Blogu takip edenler bilir (varsa eğer öyle düzenli takip eden birileri), yakın zamanda “yurt dışı şantiyecilik” kariyerime noktayı koymuş ve memlekete dönmüş bulunmaktayım. Darısı geride kalan şantiyecilerin başına diyorum.

Bu mesleği, inşaat mühendisliği veya şantiyecilikten çok “yurt dışı şantiyeciliği” olarak adlandırıyorum çünkü bu iş için en doğru tanım bu olacak. Yapılan iş şantiyeciliğin çok da ötesinde, farklı bir kültürde ve coğrafyada bir proje yapmak aslında, kolay birşey değil ve biz Türk’ler bu konuda bayaa iyiyiz.



Yaşım genç sayılır, toplamda 7 yıllık bir deneyimim var. Çalıştığım şantiyeleri de şurdan görebilirsiniz. belki ahkam kesecek yaşta olmayabilirim ama 3 farklı ülkede, 4 farklı projede 7 yıl geçirmiş olmak ciddi bir birikim oldu benim için. Çalışmadığım milletten insan kalmadı diyebilirim, biz Türk’lerden başka Ruslar, Araplar, Avrupalılar, Amerikalılar, Çinliler ve Brezilyalılar dahil envai çeşit milletten insanlar çalıştım, kanka oldum, kültür tokuşturdum ve biriktirdim. Çalıştığım projelerden Discovery’de gösterilenler bile oldu.


Elbette bizden daha çok görmüş geçirmiş abilerimiz var ama biz yine de bizde birikenleri genç arkadaşlarla paylaşalım dedik.. Ne demişler, ne kadar bildiğin değil, ne kadar anlatabildiğin önemlidir dinleyen için.. Evet genç şantiyeci arkadaşlar, işte tavsiyelerim ; (şantiyeci olmayanlar da okuyabilirler tabi, belki işlerine yarayacak birşey bulabilirler)
1- İlk yurt dışına çıktığınız zaman hedeflerinizi iyi belirleyin. Bu bir tavsiye değil, fikir daha çok, çok uzun süre yurt dışında yaşamayı düşünmeyin derim ben. Ömrünü şantiylerde geçirmiş, ailesini ve çocuklarını doğru dürüst görememiş şantiyeci abilerimizle tanışacaksınız bu meslekte, bence onlar gibi olmayın. Belli maddi-manevi hedeflerinizi yakalayınca dönün, memleket gibisi yok.

2- Bedelli askerlik (3 yıl yurt dışında çalışınca bu hak kazanılıyor) ve belli bir maddi birikim iyi bir hedef olabilir “bay” şantiyeciler için. Kadın şantiyeciler ise bence yolun başındayken dönsünler. Yapılacak iş değil.

3- İlk yıllarda parayı ön planda tutmanıza gerek yok, önceliğiniz kesinlikle öğrenmek olsun. Çünkü öğrendikçe zaten pazarlık gücü zamanla size geçecektir. 3-4 yıldan sonra yavaş yavaş parayı konuşmaya başlayabilirsiniz ve tatmin edici paralar kazanmaya başlayabilirsiniz.

4- Sürekli öğrenin kendinizi geliştirin, çünkü şantiyelerde sürekli öğrenilecek birşeyler vardır. Bazen farkında olmadan bile öğrenebilirsiniz.

5- Uzun yıllar bu mesleği yapmayı düşünmüyorsanız bile sanki uzun süre bu işi yapacakmış gibi hareket edin.

6- Sadece beton, kalıp ve demire takılmayın. Unutmayınki o işlerden anlayan tonla mühendis mevcut. Bunların dışındaki iş kalemlerine de ilgi duyun.

7- İki-Üç yıldan fazla sahada kalmanıza gerek yok. İki yıldan sonra yavaş yavaş işin ofis kısmına geçin. Yazışma, planlama, maliyet kontrol, hakediş, sözleşme ve diğer idari işler gibi konulara ilgi gösterin.

8- Şantiyelerde çok farklı departmanlar mevcuttur, diğer departmanların da ne iş yaptıklarını anlamaya çalışın, çünkü ilerde Proje Müdürü olunca o farklı departmanları da siz yöneteceksiniz.

9- Yurt dışı şantiyelerinde çalışma ve yaşam şartları genelde zordur, yıpratıcıdır. Psikolojinizi ve motivasyonunuzu hep yüksek tutun, insanların ve olayların moralinizi bozmasına imkan vermeyin. Bu çok önemli bir madde olup, özel hayatınızda da kullanın derim ben.


10- Özellikle uzun süre kalmayı planlıyorsanız, uzun vadede yaşayacağınız yıpranmanın daha çok olacağını unutmayın, enerjinizi idareli kullanın. Bu madde çok önemli, ilk başlarda herkes pozitif ve enerjilidir. Ama Libya’da yoğun şantiye temposunda geçen 2 yılın ardından sinirleriniz eskisi kadar güçlü olamayacak.

11- İnsanlarla iyi geçinin. İnsanlarla kavga etmek size hiçbirşey kazandırmaz, ama iyi geçinmek size daha huzurlu bir çalışma ortamı sağlar.

12- Egonuzu kontrol edin, mumkunse pasifize edin. (bu tavsiye askerlikte de cok ise yarar)


13- Karsinizdaki insanlarla empati kurmaya calisin. Unutmayinki karsinizdaki insanlar oraya zevk icin degil, para kazanmak icin gelmis insanlar.

14- Uzun süre kalmayacak olsanız dahi, gider gitmez çalıştığınız ülkenin dilini öğrenmeye çalışın. Özellikle Rusça konuşulan bir ülkedeyseniz ilk gün başlayın çalışmaya.

15- “Roma’da Roma’lı gibi yaşamak lazım” diye bir söz vardır. Yaşadığınız ülkeye ayak uydurmanın her zaman faydalarını göreceksiniz.

16- Çalıştığınız ülkeyi gezin.

17- Çalıştığınız ülkenin kültürünü de tanımya çalışın.

18- Gittiğiniz yere mobilize olun. Orda misafir olmayın, orda yaşayın.


Son bir söz daha.. Genelde şantiyecilikte tecrübe süreyle ölçülür. 10 yıl tecrübeli, 5 yıl tecrübeli gibi. İş ilanlarına da böyle sınıflama yapılır. Yanlış diyemeyiz ama çok doğru da değildir. 10 yıllık mühendis 5 yıllık mühendisten daha tecrübeli değildir herzaman. Sonuçta, tecrübe meslekte geçen yıllar değil, bu sürede yapılan mesleki birikimdir.

12 Ekim 2010 Salı

Kapadokya


Dünya enteresan bir yer, 50-60 milyon yıl önce yanardağlar patlıyor, değişik taş formları oluşuyor, aradan milyonlarca yıllar geçiyor, bu taş formları zamanla aşınıyor sürükleniyor kopuyor başkalaşımlar geçiriyor ve peri bacaları oluyor. Kapadokya bölgesi bu peri bacalarıyla doluyor ve muhtemelen dünyanın başka yerinde de benzeri olmayan bir yer oluyor.


Sonra bir dönem hristiyanlar bu peri bacalarının içini oyuyorlar, kliseler ve evler yapıyorlar. Çok sayıda mağara evler ve kiliseler, değişik bir kasaba olmuş olsa gerek zamanında. Sonra bölgedeki hristiyanlar gidiyor (sanırım mübadele döneminde Yunanistan’a gidiyorlar) ve daha sonra biz Türkler buraya yerleşiyoruz ve turistik bir yer haline getiriyoruz burayı ve bu şekide günümüze kadar geliyor. Aşağıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, peri bacalarıyla bütünleşerek şirin bir kasaba oluyor Göreme, bize de gezmek kalıyor.


Balonla yukardan Kapadokya’ya bakmak, atla gezmek, motorsikletle gezmek, mağara şeklindeki oyularak yapılmış butik hotellerde kalmak, yöresel yemekleri yemek, trekking yapmak, müze haline getirilmiş oyma kliseleri gezmek, çömlek yapılmasını izlemek ve yapmak gibi envai çeşit aktivite imkanı da sunarak alternatif bir tatil yeri haline gelmiş. Gelen turistin çoğu yabancı, bu da iyi bir reklam yapıldığını gösterir. Bir başka güzel yanı da 12 ay turizmin canlı olması, sadece sezonluk değil yani.

Her ne kadar peri bacalarını oyarak oteller yapılmış olsada bu işlem ciddi bir kontrol altında yapılıyor, yani doğa dengesi gözetiliyor. Kimse kafasına göre kazıp tahrip yapamıyor, çok uzun onay süreçleri varmış, ve izinsiz zarar verme durumunda ağır cezaları da olabiliyormuş. Kontrolü de sıkı tutuyormuşlar, bu da güzel.

 
Ankara’dan yaklaşık 300km’lik bir mesafede, o yüzden Ankara’da yaşayan biri için haftasonu gidilebiliecek bir yer. Biz de öyle yaptık, Göreme’ye gittik, çok da iyi oldu. Cumartesi yağmurlu olduğu için çok fazla gezemedik ama Pazar güneşli havada bunun acısını çıkardık. Gezdik tozduk, deşarj olduk, güzel güzel yemekler yedik.. Hatta bayaa yedik. Bir ara Gözlemeci’den çıkıp Testi Kebapçıya daldığımızı hatırlıyorum. Rejim mejim yalan oldu yine. Testi Kebabını şiddetle tavsiye edebilirim bu arada.


Dediğim gibi bol bol turlarla gelen yabancı turist vardı. Ülkemizin müdavimi olan ingilizlerin yanı sıra İtalyanlar ve İspanyollarda dikkat çekici bir sayıdadydı. Bir ara müze girişindeki cafe’de kendime kahve alırken yanımdaki turistler de kuru incir, fındık, fıstık, ceviz, kayısı ve bilimum enerji bombalarıdnan yapılmış bizim memlekete özgü “kuvvet” verici kombinasyon paketlerini inceliyorlardı. Kendilerine “goood goood” dedim ve göz kırptım. Adam ne anladı bilmiyorum ama 2-3 tane aldı, hepsini yediyse akşam ne demek istediğimi anlamıştır sanırım.



İşte böyle bacalar periler derken değişik ve dinlendirici bir haftasonu da geçmiş oldu. Fotoğraflar yeni fotoğraf makinemden çıktılar bu arada, umarım beğenirsiniz..



5 Ekim 2010 Salı

Dizide son nokta; Behzat Ç.


Türkiye'deki dizi sektörü ara ara kaliteli diziler çıkartıyordu zaten. Rating kaygısıyla saçmalayan dizilerde bile çekim ve görüntü kalitesi, müzik felan belli bir seviyenin üzerinde oluyor artık. Zaten bir çok dizimiz de Arap kanallarında oynuyor. Hatta şu sıralar Araplar Türk dizilerine kitlenmiş durumdalar, durum feci.

Dizi sektörümüzün son bombası da Behzat Ç. Dizide gelinen son nokta diyorum. Diziden çok film her bölümü. Müthiş bir emek.

Herşeyden önce Ankara'da geçiyor, arka planında İstanbul olan dizilerden bıkanlar için sevindirici bir durum. Senaryo da roman'dan uyarlama. Dizideki karakterlerin hepsi özenle çizilmiş, ve oyunculuklar süper. En başta da başroldeki Erdal Beşikçioğlu. Adam kendi kimliğini bırakmış, Behzat Ç. olmuş resmen.

Sanırım Behzat Ç. karakteri yeni bir fenomen olacak. Daha önceki dizi fenomenlerinden (Miroğlu, Polat Alemdar, Behlül, Ezel vs.) en büyük farkı ise hepsinden daha gerçekçi ve bizden bir karakter olması. Telefonları "haa" diye açıyor, Lan'lı Lun'lu ve küfürlü konuşuyor, Gençlerbirliği ve Ankaragücü'nü destekliyor, pavyonda takılıyor, saç sakal karışmış vaziyette geziyor, tavşan besliyor, sinirli ve arıza. Ama sempatik de bir insan, özünde iyi yani. Ankara'da bu profile uyan (tavşan besleme hariç) bir sürü insan bulabilirsiniz..

Behzat Abi'yi keyifle takip etmeye devam ediyoruz, umarız Rating uğruna mundar etmezler diziyi. Son bölümden bir replikle bağlayalım yazıyı ;

Behzat Abi hemşire ile telefonda konuşmak istemektedir ;

Behzat Ç. : bana versene kızı
Uzun saçlı komiser : amirim kızacağız çok üzülmüş, üstüne gitmeyelim
Behzat Ç. : tamam sen ver hele bir

Komiser telefona hemşire kızı verir ;

Behzat Ç.: kızım sen salak mısın, tanımadığın adamı neden içeriye alıyorsun!
Kız : Beeeeöööğğğğğ (ağlama efekti, kız iptal)