img { max-width: 560px; width: expression(this.width > 560 ? 560: true); }

31 Aralık 2009 Perşembe

2010

Yeni yılın hekese bol para, araba, tatlı yaşam, sağlık, sorunsuz günler, güzel tatiller, iskender kebaplari lahmacunlar, su börekleri, meyveler, sebzeler, tatlılar, gelecek umutları, güzel müzikler, filmler, kitaplar, elbiseler, ayakkabılar, samimi dostluklar, sıcak sohbetler, muhabbetler ve aşk tabiki

Ekonomistlerimize krizsiz piyasalar, yükseliş trendli borsalar, stabil pariteler, bol likiditeler,

İnşaat şirketlerimize yeni projeler ve bol kazançlar,

Trabzonspor’a da şampiyonluk


getirmesini diliyorum...


30 Aralık 2009 Çarşamba

2016 Avrupa Kupası için Desteğimi açıklıyorum : Italy 2016

Bir Türk olarak Italya’nın 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası evsahipliği adaylığını desteklediğimi açıklıyorum.

As a Turkish Citizen, I hereby declare my support to Italy 2016 for the Nation’s Europen Football Cup.

Come un cittadino turco, dichiaro il mio sostegno per l'Italia 2016 per la Nation's Europen Cup Calcio.


UEFA sormaz mı adama koskoca ülkede şampiyon takım çıkarmış iki şehirden biri olan Trabzon neden 2016 Avrupa kupası aday kentleri arasında yok diye ?



Trabzon’da altyapı yokmuşta, yeterli Hotel yokmuşta, ulaşım problemmişte gibi bir sürü palavra sayıyor federasyon. “Konya’da olup Trabzon’da olmayan ne ?” sorusuna cevap veren yok ama. Öte yandan Trabzon’da olup aday şehirlerde olmayan çok şey var. En başta da futbol tutkusu. Bunun dışında doğal güzellik, tarih, modern bir kent, altyapı üstyapı ve hatta Akçaabat köftesi dahil gereken herşey mevcut. Sadece zahmet buyrulup yeni bir stad yapılması lazım o kadar. Yeni stadın Trabzonspor’u tekrar eski günlerine döndürülmesinden mi korkuluyor?

Bu milletin parasıyla Konya’ya ilerde atıl kalacak hiçbirzaman dolmayacak stad yapılsın (Kayserispor stadı gibi ya da Olimpiyat stadı gibi) ama Trabzon’a gelince yarabbi şükür.. O zaman bende desteklemiyorum Türkiye’yi. Konya’da oynanacağına, Floransa’da oynansın maçlar.



Trabzonspor’lu futboluclara da buradan çağrıda bulunuyorum, formalarının altına Italy 2016 logosu olan tişört giysinler, gol attıkları zamanda formalarını açıp göstersinler. Tribünlerde de Italy 2016 logosu açılabilir...

Ve malesef eski Trabzonsporlu futbolcu ve başkan Faruk Özak Spordan sorumlu Bakan...


27 Aralık 2009 Pazar

Tripol International Airport Project - Progress Report 3

Wikipedia, Tripoli International Airport için demişki;


Bende geçen hafta çekilmiş aşağıdaki fotoya bakıp diyorum ki, bu mu kardeşim sizin “ready for operational use” anlayışınız.. Bunun neresi kullanıma hazır ?

Buna uçak yanaşıp çaktırmadan yolcu iniş binişi oluyor da bizim mi haberimiz yok ? Nedir yani, kafamıza göre yavaş yavaş yapıyoruz, biraz da gecikme oldu diye yüzümüze mi vuruyorsunuz.. Yapcaz işte, aceleye gerek yok.. Geç olsun güç olmasın..

Wikipedia’nın her dediğine inanmayın yok öyle "ready for operational use" felan.. Ha bu şekliyle kullanırız biz diyorlarsa ona da birşey diyemem tabi..




21 Aralık 2009 Pazartesi

Cumartesi Gecesi Sendromu : Murat Bardakçı vs. Okan Bayülgen

Şu aralar televizyonlarda en çok sevdiğim iki program Murat Bardakçı’nın “Tarihin Arka Odası” ile Okan’ın “Disko Kralı”.. Murphy kanunları tabiki her zamanki gibi iş başında malesef ve bu iki program aynı gün ve aynı saatteler, Cumartesi gecesi yani.. Üstelik gece geç saatlere kadar da sürüyor.. Ve daha da vahimi, ben pazarları çalışıyorum (Libya’da haftasonumuz Cuma günleri).. Yani nerden baksanız bahtsızlık nerden baksanız tutarsızlık..



Böyle olunca Cumartesi gecesi sendromum hangisini izlesem yoksa yatıp uyusam mı yarın iş var arasında kararsiz kalmakla geçiyor.. Genelde de en fazla gece 1’e kadar izleyebiliyorum ya da uyuyorum. Umarım bu kaçırdıklarıma değer ilerde...

İzleyebildiğim zamanlarda ise konuya bağlı olarak genelde tercihim Tarih’ten yana oluyor. Sanırım yaşlanıyorum.. Pelin Batu’nun iki usta tarihçi arasında ezilmesi, Murat Bardakçı’nın agresifliği, Erhan Afyoncu’nun hayran bırakan bilgi birikimi, enteresan konular ve konuklar Okan Bayülgen’den daha cazip geliyor bu aralar.

Umarım hiç yayından kalkmaz iki programda.. Hep orda dururlar ve izlemesek de biliriz ki Cumartesi gecesi izlenebilecek çok güzel iki program mevcut..

19 Aralık 2009 Cumartesi

Trabzonspor Nereye - 2



En son “Trabzonspor Nereye ?” diye sormuştuk bir ay kadar önce burda ve o zamandan beri eshef ve dehşet içinde izliyorum nereye gidiyoruz diye.

Çok öncelerden de tahmin ettiğimiz gibi Broos gayet medenice (!) gönderildi yerine Şenol Güneş geldi ve Ankaragücü ve Denizli gibi ligin şampiyonluğa oynayan güçlü (!) iki takımına karşı alınan galibiyetler takımdaki tüm sorunları unutturdu. Şimdi birde Fatih Tekke gelme durumu varki, sanırsınız İbrahimoviç geliyor, hemen şampiyon olcak Trabzonspor. Demek tüm problem Şenol Güneş ve Fatih Tekke imiş. Bundan beş yıl önce yine Şenol Güneş yönetiminde, Fatih Tekke’nin yanında Gökdeniz, Szymek ve Yattara gibi isimler varken gelmeyen başarı ve şampiyonluk gelecek diye ümid edenler var. Fatih Tekke’nin artık 33 yaşına gelmiş ve eski formundan uzak olması, Yattara’nın tedavül’den kalktığı konularına girmiyorum bile... Bir Trabzon’lu olarak camiayı anlamakta güçlük çekiyorum çoğu zaman, başkaları nasıl anlasın ?





Bu toz pembe ortamda camia yarınki Fenerbahçe maçına kenetlenmiş durumda, ne olur kestirmek zor ama kazanırsak camia devre arasında şampiyonluk havasına girer herhale, bu açıdan mağlubiyet Trabzonspor için daha hayırlı bile olabilir. Trabzonspor’u çok favori görmemekle beraber Fenerbahçe’deki form düşükşlüğüne bakınca bir ihtimal Trabzonspor kazanabilir diyorum. Burada belirleyici faktör yine Umut ve Gökhan olacak, alışkanlıklarının dışına çıkıp girdikleri pozisyonları değerlendirmeleri gerekebilir. (Bu arada dünkü Beşiktaş-Bursapor maçında Sercan’ın kaçırdıklarını gördükten sonra yine de Umut ve Gökhan’ın değerini bilelim bence..)


Son söz : Ümit fakirin ekmeği, Alanzinho ve Collman atar 2-0 alırız diyelim..

13 Aralık 2009 Pazar

Facebook, Picasa ve Yüz Tanıma

Günümüz çılgınlığı Facebook ve diğer sosyal paylaşım siteleriyle ilgili şöyle bir tespit vardır; Denir ki, insanlardan isimlerini, doğum tarihlerini, işlerini, arkadaşlarını, fotoğraflarını ve ve diğer özel bilgilerini vermeleri istense, sizi kayıt altına alacağız deseler adama deli misin diye bakarlar... Olay çıkar yani... Ama facebook gibi siteler sayesinde herkes, hiç bir zorlama olmadan, kendi istek ve rızalarıyla paşa paşa tüm bu bilgileri fazlasıyla paylaşıyorlar. İnanılır gibi değil bu açıdan baktığımızda ama öyle.. Bunu bir aklımızda tutalım..

İkinci mesele ise Picasa.. Picasa, google’ın fotoğrafları görüntüleme ve düzenleme için ürettiği yazılım. Bu yazılımın son versiyonunda, bu alanda devrim sayılabilecek bir özellik var. Yüz tanıma. Bilmeyenler için kısaca şöyle izah edeyim. Programı bilgisayarınız kuruyorsunuz ve tüm resimlerinizi gözden geçirmesini istiyorsunuz. Program tüm resimleri tek tek inceledikten sonra fotoğraflardaki yüzleri teker teker tespit ediyor. Ve işin hayran bırakan kısmı, aynı yüzleri ayırd ediyor olması. Siz belli bir yüz için arkadaşınızın ismini girdiğiniz zaman, facebook’taki tagleme gibi tüm fotolarda o kişinin ismi tagleniyor... Ve sonunda, bana Osman’ın resimlerini göster dediğiniz zaman tüm klasörlerdeki Osman’ın resimlerini bulup size gösteriyor.. Ya da yeni bir resim bilgisayarınıza yüklediğiniz zaman, o resimdeki kişileri daha önceden tanıttıysanız direk kendisi tagliyor.. Bu özelliğin en etkiyelici kısmı ise programın yanılmaması. Tereddüte düştüğü resimleri size sorup teyit almakla beraber %95 oranında doğru çalışıyor diyebilirsiniz. Benim en ilgincime giden, programın çok benzemeyen fotoğraflarda bile aynı kişileri tanıyabiliyor olması. Örneğin gülerken portre olarak çekilmiş bir fotoğraftaki arkadaşınızın profilden somurtan başka bir fotoğrafta tanıyabiliyor. Programın algoritması çok güçlü ve etkileyici. Programı da tavsiye ederim bu arada.



Şimdi yukardaki iki paragrafı bir araya getiriyorum.. Düşünün, facebook’taki tüm tag’li fotoğraflar Picasa ile çalıştırılıyor ve herkesin parmak izi gibi yüz-isim eşleştirilmesi yapılıyor. Yakın gelecekte öyle bir noktaya gelebilirki bu iş, sokakta rastgele bir fotoğraf çekiliyor, bilgisayar otomatik olarak fotodaki insanları tanıyor onların kişisel bilgilerini buluyor, başka özel fotoğraflarını ve arkadaşlarını ve herşeyi tespit ediyor. Ve tüm bu bilgileri bizler kendi ellerimizle sisteme giriyoruz şu anda.

Matrix filmindeymişiz gibi. Matrix bizi kontrol altında tutuyor, böylece sistem daha güvenli bir şekilde devam ediyor, bunun karşılığında özgürlüğümüze ve özel alanlarımıza müdahale edilmiş oluyor.. Etik olarak yanlış gibi görünse de geldiğimiz nokta bu kaçınılmaz sonu gösteriyor. Zeitgeist’i izleyenler bilir, bu işin bir sonraki basamağı herkese çip takılması ve aslında kredi kartları ve cep telefonları sayesinde o da olmuş durumda farkında değiliz..


Bana bu tip komplo teorileri çok uzak geliyor.. Bence hayat ve düzen o kadar karışık değil, herşey bir doğal denge içinde ilerliyor.. Hatta sistem’ciyim diyebilirim.. Sistem’le ilgili hiç bir sorunum yok, yani sistemin bizleri kontrol altına almasındaben bir sakınca görmüyorum. Diyelim sistem dediğimiz şey bir maksatla yukarda anlattığım kişi tanımlama veritabanını oluşturuyor olsun. Benim kişisel bilgilerimin başkası tarafından bilinmesinde benim için bir mahsur yok. Çok özel bilgileri zaten paylaşmıyorum. Onun dışında illegal birşey yapmıyorsam bundan neden rahatsız olayım, ya da kim neden rahatsız olsun.. Aksine, güvenlik açısından gayet faydalı bile olabilir.. Düşünün kalabalık bir yerde çantanız çalındı ya da saldırıya uğradınız ya da bir maçta sahaya yabancı madde atıldı.. Her neyse, bunun görüntüsü varsa veriyorsunuz sisteme, size o kişinin isminden ilkokul arkadaşına kadar herşeyi veriyor.. Bence güvenlik açısından gayet güzel.. Zamanla göreceğiz bu iş nereye gidecek..

Not : Yalnız google aldı başını gidiyor. Bilgisayar ve internet sektöründe yakın zamanda rakipsiz olacak gibi.

12 Aralık 2009 Cumartesi

INGLORIOUS BASTERDS – Hayal Kırıklığı

Aslında Tarantino yapmamış olsa “fena değil” sınıfına koyabilirdik (hoş Tarantino çekmemiş olsa vizyona bile girmezdi ya neyse) ama bir Tarantino fanatiği olarak, Tarantino birşeyler çekse de izlesek diye bekleyen biri olarak ciddi hayal kırıklığına uğradım.

Filmin güzel yanları yok mu, var tabi.. Tarantino filminin olmazsa olmazı zekice yazılmış dialoglar, şiddet unsurları ve ustaca çizilmiş karakterler gibi klasik Tarantino öğeleri filmde bolca mevcut. Başta Brad Pitt ve Alman Subay Landa karakteri olmak üzere oyunculuklar fazlasıyla iyi, belki de filmin en çekici özelliği oyunculuklar.. Brad Pitt’in aksağını, çene ve kaş duruşu çok egzantrik olmuş. Ve görsellik tabi, film fotoğraf kareleriyle dolu sanki.. Hikaye de orjinal, özgün en azından (sıkça rastlanan klişeleşmiş hikayelerden değil en azından)... Başta İyi, Kötü, Çirkin olmak üzere birçok eski filme göndermeler mevcut (çoğunu farketmemişizdir bile) Tüm bunlar bir filmi güzel yapmaya yeter belki evet ama eğer filmi Tarantino çekiyorsa çok daha fazlası olurdu genelde, bu film eksik kalmış..

Öncelikle çok uzun olmuş.. İlk defa bir Tarantino filminde sıkıldığım anlar oldu. Konu da kopuk kopuk olmuş, dağınık bölümlerden oluşan bir film gibi, toparlayamıyorsunuz. Tarantino filmlerinin en çekici özelliklerinden biri olan müzikler zayıf. Soundtrack’ı dinlemedim henüz ama filmde etkileyen bir müzikli sahne hatırlamıyorum. Tamam, Death Proof’taki gibi bir “Down in Mexico” eşliğinde Lap Dance beklemiyoruz ama en azından araya daha etkileyici birşeyler serpiştirilebilirdi. Bir daha otur izle deseler, boşverin gelin Kill Bill’i izleyelim derim..

Filmin ilginç bir diğer özelliği de “re-make” olması yani daha önceden yapılmış bir filmin tekrar çekilmiş hali olması. 1978 yılında italyanca olarak aynı film çekilmiş ve Amerika’da Inglorious Bastards ismiyle oynamış. Konu benzer ama bu filmi izlemediğim için tamamen aynı senaryo mu bilemiyorum. Birde Tarantino bu filmin ismini Inglorious Basterds olarak koymuş, yani 1978 yılındaki filmden farklı olarak son “a” yerine “e” harfini kullanmış, kim bilir nereye gönderme yapmış..

Ama filmi beğenmeyerek Tarantino’yu eleştirmek de bence yanlış, çünkü burda görülmesi gereken önemli bir nokta var. Tarantino artık “iyi film” yapmaya çalışmıyor, “canı istediği gibi film” yapmaya çalışıyor. Başka bir şekilde söylersek adam zaten yapacağını yapmış, sinema tarihinde bir kilometre taşı olmuş, ve artık tamamen kendi zevki için film yapıyor. Micheal Jordan’ın bir ara basketboldan sıkılıp beyzbol oynaması gibi bir durum yani. Tarantino’nun bir röportajında dinlemiştim; “eskiden ölümden korkmazdım, çünkü çok iyi bir film yapmak için yaşadığımı ve bu filmi yapmadan ölmeyeceğimi sanıyordum, ama artık korkuyorum. Çünkü Pulp Fiction’ı yaptım”. Burdan baktığınız zaman Pulp Fiction’ı yaparak zirve yaptığını bundan daha iyi bir film yapamayacağı için de tamamen kendi zevki için filmler yapmaya başladığını düşünebiliriz. Değişik tarzlar denedi. Kill Bill ile dövüş filmi çekti, Death Proof ile 70’ler sinemasına saygı yaptı ve şimdi de Absürd Alternatif Tarih Filmi diyebileceğimiz bir re-make film. Kill Bill ve Death Proof genelde çok beğenilmiştir ki bunlar benim de en favori Tarantino filmlerimdir, ama bu sefer Basterds pek olmadı gibi..

Filmin olmayışına ikinci bir nedende bu filmin fikrinin ilk ortaya çıkışı ve senaryosunun başlanması 2003 yıllarına kadar gidiyor olması. Anladığım kadarıyla araya hep diğer işler girmiş, bu da yapılacak işler listesinde kalmış ve hep ertelenmiş.. Tarantino’da sonunda şu filmi de yapıyım da aradan çıksın bari demiş olabilir..

Sonuç olarak izlenmesi gereken bir film ama Tarantino hayranlarını tatmin edecek yeterlilikte değil...

5 Aralık 2009 Cumartesi

Trabzon Manzaralari

Güzel memleketimden manzaralar.. (Muratanovic'in objektifinden..)










18 Kasım 2009 Çarşamba

Libya'da "One Minute" yemez...

Duydum ki önümüzdeki günlerde Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdpğan Libya’ya gelmeyi planlıyormuş. Aman diyim bence bir daha düşünsün, muhalefetin yapamadığını burası yapar, adamın siyasi kariyerini bitirirler. Bakınız 15 yıl önce burda Necmettin Erbakan’ın başına gelenler.. Burda “one minute” de yemez (illa dencekse “wahad dakika” densin), bizim Kasımpaşa’lı bu sefer karşısında daha agresif bir tepki görebilir.

Ama öte yandan karşılıklı vizeler kaldırılacaksa bence iyi olur, rahatlar burdaki Türk çalışanları.. Bir de bizim Vecihi misali üç ayda bir kızı isteyip babasından alamayan Bahadır’ın evlilik işini halletse varya tam süper olur...


16 Kasım 2009 Pazartesi

Trabzonspor nereye ?

Broos ilk geldiğinde “Sadri Başkan’ı anlamak” başlıklı bir yazı yazmış ve Sadri Başkan’ın aklından geçenleri “Tamam Hoca’yı da bulduk.. Başarılı olursa ne ala, olmazsa 6 ay sonra Şenol Hoca’yı getiririz..” olarak tahmin etmişiz… Bugün görüyoruzki malesef yanılmamışız.

Broos’un Ocak ayında gönderilmesi ve yerine Şenol Güneş gelmesi için camia birlik olmuş durumda ve muhtemelen de öyle olacak. Tabi bu arada Broos’a ödenecek tazminat ve 6 ayda bir yapılan hoca değişikliklerinin Trabzonspor’a getireceği zarar kimesnin umrunda değil. Sanki Şenol Güneş gelince bir yıl içinde onu da kovmayacakmışız gibi..



Bugün bakıyorum, sağolsunlar en başta yerel medyamız olmak üzere herkes Hoca’yı nasıl kovarız onun peşinde.. (Geçen yıl da Ersun Yanal'ı çok güzel harcamışlardı) Broos memleketinde Trabzon ile ilgili bazı gözlemlerini anlatmış, Trabzon’daki yerel medyaya bakıyorum sanki adam bize küfretmiş.. Adam hayatında ilk defa ezan duyuyor, alışamadım diyor, biz onu rahatsız olmuş sevmiyormuş ezan sesini şeklinde anlıyoruz… Bu kadar da insafsızlık olmaz. Adam Belçika’da hayatında silah görmemiş belki, burda bolca görünce garibine gidiyor bunu da memleketinde paylaşıyor, ama biz bundan da nem kapıyoruz…

Öte yandan efsane başkanımız Mehmet Ali Yılmaz var, son günlerde Fanatik gazetesi başta olmak üzere (Serhat Demirtaş’ta yolunu bulmuştur bu şekilde) ulusal medyada boy gösteriyor. Trabzonspor’un kötü gidişatından bir rant elde edip tekrar kulübün başkanı olurmuyum diye düşünüyorr. Mehmet Ali Yılmaz, sanki kulübü kendine borçlandırıp, kulübün gelirlerine temlik koydurtan, Ogün ve Abdullah gibi isimleri Fenerbahçe’ye satıp Trabzonspor’un marka değerini düşüren kendi değilmiş gibi tekrar başkan olmanın hayallerini kuruyor. Ama Trabzon’da kendisine duyulan antipati henüz dinmiş değil, boşuna hayal kuruyor…


Sözün özü, Trabzon’da kafalar değişmedi ve değişmeyecek gibi.. İnsanlar hala Trabzonspor’a zarar vermenin yarışı içerisinde ve malesef Sadri Başkan’da bu girdapa kapılmış durumda.. Önümüzdeki günlerde ve yıllarda bu günlerimizi arayabiliriz, benden söylemesi…

29 Ekim 2009 Perşembe

Halı Saha Futbolcu Tipleri



Yıllarını önce mahalle arasında, köydeki kumsalda ve fındık bahçelerinin arasındaki çimenlerde (şimdi apartman oldu o çimenlikler) daha sonrasında da halı sahalarda top peşinde koşturarak geçirmiş biri olarak şunu anladımki, insanlar futbol oynama şekillerine göre gruplara ayrılırlar ve hatta futbol oynama şekillerinden karakter tahlili bile yapılabilir.. (Futbol asla sadece futbol değildir) Buyrun efendim, tecrübelerime göre halısaha insanı profilleri ;


Ciddi Kaleci Modeli : Bunlar olayı en ciddiye alanlardandır. Kaleci eldivenleri ve Kaleci kazakları vardır. Görünüş olarak panter gibi gözükürler genelde ama maç başlayınca ne kadar kova olduklarını herkes görür… Defans hattını bolca fırçalarlar. Halısahalarda en zor bulunan adamların kaleciler olduğu düşünülürse (kaleci bulunmadığı zamanlarda sırayla kaleye geçilir ki maç ciddiyetten uzaklaşır) oldukça değerlidirler ve her maça iki tane lazım bunlardan.

Mecburen Kaleci : Bunlar bir üst maddedeki ciddi kalecinin bulunamadığı durumlarda maç oynanabilsin diye kaleye konulan kişilerdir. Genelde kova’dırlar. Zaten “ben iyi kaleci değilim” havasında oldukları için kova kova gol yeyip milleti sinir ederler. Gerçek hayatta da zaten çok tutarlı adamlar değildirler sizi yarı yolda bırakabilirler.

Defansta duran kazma insan : Bunlar gerek adam eksikliğinden, gerekse arkadaş grubunun parçaları olduklarından halı saha grubuna dahil olmuşlardır. Futbol oynamaktan anlamazlar genelde ama disiplinli bir şekilde defansta durmaları itibariyle halı sahalarda önem arzederler. Bunların elinden geldiğince mücadele eden tipleri gerçek hayatta samimi ve iyi niyetli olurlar ve toplumca sevilirler, öte yandan laubali ve mücadeleden kaçan modelleri ise gerçek hayatta biraz kaypak olup dikkat etmeniz gereken tiplerdir.

Defansta duran lider oyuncu : Eğer böyle bir oyuncu yoksa maçta, o maçın 22-8 gibi bir skorla bitmesi oldukça muhtemeldir ve hatta maçın son bölümleride kaleciler bolca 3’e veya 4’e 1 kalıp madara olurlar, maytap geçilirler. Maçların zevkli geçmesi, futboldan anlayan, takımı geriden yönlendiren defanstaki topları toparlayan bu tip oyunculara bağlıdır, her iki takımda bunlardan birer tane olması maçı çok zevkli hale getirebilir. Bu kişilerin gerçek hayatta da lider özellikleri mevcuttur ve genelde toplum içinde sevilirler.


Takım Oyuncusu Çift Yönlü Ortasaha : Nacizane kendimi hep bu kategoride görmüşümdür. Bunlardan ne kadar çok olursa maçlar o kadar zevkli geçer. Zaten bunlar içinde önemli olan spor yapmak ve keyif almaktır. Bunların iyi olanları, ortasahada iyi top dağıtan, öldürücü paslar atan, takımı yönlendirenleri genelde saha dışında da olaylara daha genel çerçevelerden bakıp daha olgun kararlar verebilirler. Öte yandan sürekli çalıma girip, oyunu sıkıştırıp ve sonra da topu kaptıranları ise genelde dağınık, hayatta detaylar arasında kaybolup aceleci karar veren ve sıkça yanlış yapan insanlardır.

Muhabbet İnsan : Futbolcu olacak kadar yeteneğı olmasa Murat Hacıoğlu bu gruba ideal bir örnek olurdu. Aslında her halısaha maçında bir tane Murat Hacıoğlu vardır kesin. Kısa boylu ve hafif göbekli, saçlar gitmiş, ama neşeli ve sevilen insan, köşedeki büfenin sahibi Hacı Murat Abi. Bir de Veysel var Antalya’da oynayan, o da aynı türün devlet memuru veya müdür modeli. Ama bu insanlar genelde sevilen büyükler olup, hem maçın neşesidirler hemde olası tartışmalara son noktayı “abi” olarak koyarlar. Futbol olarak ise genelde çok yetenekli olmayanlar defansta durur (bakınız ilk madde, kazma defans) tekniği iyi olanlarda ilerde forvet oynarlar ki akşamcılık ve sigara da varsa 10. dakikadan sonra kalp spazmları geçirerek rakip ceza sahasında kalırlar.



İyi tekniği olan ama pas atmayan artiz ve egoist 10 numara modeli : Bunlar benim şahsen hiç hazzetmediğim halı sahacı modelidir. Bunların futbolcu olanlarına örnek olarak Ceyhun Eriş, Cafer (eski Ankaragücü’lü), Lincoln veya Colin Kazım gösterebiliriz. Futbolun en büyük güzelliklerinden biri olan “takım oyunu” olması bu tip arkadaşlar için bir anlam ifade etmez, sahada canları istedikleri gibi top oynarlar, pas atmazlar ve hatta arkadaşlarını da fırçalayabilirler. Tahmin edildiği gibi gerçek hayatta da egoisttirler ve de toplumda çok kabul gören insanlar değildirler.

Futbolu çok ciddiye alan insan : Sanki Avniakerde Trabzon-Fener maçına çıkıyormuş gibi kendisini kaptıran arkadaşlardır bunlar. Futbol bunların hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Maç içinde sürekli arkadaşlarına “vur ileri”, “adam geldi yanında”, “sakin ol, tamam burdayım” gibi telkinlerde bulunarak maçı teknik direktör gibi idare etmeye çalışırlar. Onlar için önemli olan spor değil kazanmaktır.

Agresif İnasn : Bunlar özellikle bizim memleket Trabzon’da bolca bulunur. Sert oynarlar, Emre Belözoğlu’yla Tolunay Kafkas, biraz da Materazzi karışımıdırlar. Oynadıkları her maçta kavga ederler, hele rakip takımda benzer bir adam daha varsa o maç bitmez zaten. Gerçek hayatta da hafif psikopat olan bu arkadaşlar mevcutsa maç kadrolarında, bence bir mazeret üretin ve boşa maça gitmeyin.. En azından ben öyle yapmaya çalışıyorum...


Sonuç olarak Futbol asla sadece futbol değildir ve biz bu oyunu oynamayı da izlemeyi de seviyoruz...


28 Ekim 2009 Çarşamba

The Love is upon TIA

Tripoli International Airport (TIA) Projemizde ilk başlarda çalıştırdığımız, aylık maliyetleri 1,000-1,500 doları bulan Türk İşcileri göderip; yerlerine daha ucuz olan ve mesaileri dahil aylık maliyetleri 400-500 dolar cıvarı olan Vietnam’lı ve Tayland’lı işçileri getirince sahada bazı şeyler değişti doğal olarak... Sahadaki verimin düşmesi, işin yavaşlaması ve hatta yapılan işin kalitesinin azalması bir yana sahada buldukları fareleri barbekü yapıp yemeleri diğer bir yana, bir de aralarındaki “aşırı samimi” ilişkiler var ki, şantiyeciliğin ruhuyla bağdaşmayacak görüntüler oluşmaya başladı sahada.



Sahada elele gezmeler, birbirlerine öpücük vermeleri, sarılmalar vesaire artık şantiyenin alıştığı yeni görüntüler... Akşam koğuşlar bölgesinde yaşananlar hakkındaki dedikodulara hiç girmiyorum bile... Kim demiş şantiyelerde aşk yoktur diye, hem de gayet marjinalleri var..

12 Ekim 2009 Pazartesi

Film Tavsiyeleri

Ne izlesek bu aralar diye düşünenler varsa son dönemde izlediğim filmlerden küçük bir tavsiye listesi :


10 – Eden Lake (Kan Gölü) : “bugün bi gerilim filmi mi izlesek” diye düşünüyorsanız bunu izleyebilirsiniz. İnsanların oraları buraları kesiliyor, kan, korku, şiddet falan filan.. Filmin sonunda “Ay ne yaramaz çocuklarmış” diyip (varsa) kendi yaramaz çocuğunuzun değerini anlayabilirsiniz.



9 – Caroline : Animasyon dalından listeye aldığım bu filmi, “10 yaşındaki küçük yeğenimle beraber hangi filmi izlesem” diye düşünenler için ideal. Çocuklara ve büyüklere yönelik, hafif korku öğeleri de içeriyor. İyi bir korku/gerilim filmi izleyicisi olmasını istediğiniz çocuğunuz varsa tavsiye ederim, bununla eğitimlere küçük yaştan başlanabilir.

8 - Gitmek (Benim Marlon ve Brandom) : Yok ben gerilim veya animasyon felan istemem, alternatif ve sanatsal birşeyler verin bana diyorsanız, Gitmek filmini tavsiye ederim. İlginizi çekmese bile sırf izlenmiş olmak için bile izlenebilir, eksik kalmayın.



7 – Wrist Cutters (Bilek Kesenler) : Bu da değişik bir hikaye ve kurgu arayanlara cevap olabilir.

6 – Ghost of Girl Friends Past (Hayalet Sevgililerim) : Yok ben manitamla romantik duygusal birşeyler izlicem diyorsanız, bu film işinizi görür. Türünün diğer örneklerinden memnun kaldıysanız bunu da seversiniz.

5 – Children : Yine yaramaz çocukların yaramazlık yaptığı bir korku/ gerilim filmi. Eden Lake beni kesmedi biraz daha kan ve şiddet istiyorum diyenler bununla devam edebilirler.

4 – I love you man (Adamım Benim): Gerilimle, alternatifle işim olmaz eğlenmelik geyik şeyler var mı onlardan bahset diyorsanız, bu film de gider...

3 – The Boy in the Stripped Pijamas (Çizgili Pijamalı Çocuk) : Bu türün kralı kesinlikle “Life is Beautiful-Hayat Güzeldir” Eğer izlemediyseniz hiç bu filme girmeyin direk “Hayat Güzeldir” ‘i bulup onu izleyin, ondan sonra da “Piyanist” ve “Shindler’in Listesi” y’le devam edin ... Pijamalı Çocuk onlar kadar iddaalı olmasada bu türdeki güzel bir film... (Bu yahudi soykırımı ajitasyonundan da iyi ekmek yedi Hollywood, Yahudiler bundan hak talep edebilirler) Yok hala bu ajitasyon beni kesmedi diyorsanız, Küçük Emrah’ın “Acıların Cocuğu” ile acıya son verebilirsiniz.

2 – Hangover (Felekten bir gece) : Hollywood’u sevmemin nedeni kesinlikle bu tip filmler. Fazla söyleyecek birşey yok, geçtiğimiz yazın en iyi filmiydi sanırım. Alternatif ve bağımsız sinemanın daha çok bu tip filmler çekmesi lazım. Erkan Ocak’ın oynadığı Gemide filmi geldi aklıma, iyi filmdi.


1 – He loves me or not (Seviyor Sevmiyor) : Gönlümüzde ayrı bir yeri olan “Amelie” filminden bildiğimiz Audrey Tatou hatrına izlenebilecek bir film, ama Amelie’yi hala izlemediyseniz çok ayıp edersiniz, önce onu izleyin...


4 Ekim 2009 Pazar

Heineken İstifa

Neden bilmiyorum ama Rijkaard ismi bana Heineken’i çağrıştırıyor… O yüzden başlığımı Heineken İstifa şeklinde atıyorum… Bir “Total Futbol” geyiğidir gidiyordu ama burası İstanbul ve dolayısıyla Türkiye … Burda Total Motal Futbol sökmez… İki mağlubiyete bakar "Rijkaard istifa" seslerinin yükselmesi.





Ankaragücü’nü tebrik ediyorum, maçı izlemedim ama çok net bir skor almışlar. Net skorun tanımı ne deseniz 3-0 denir herhalde. Haftaya (15 gün sonra) Trabzonspor’un suskun golcülerinin patlama yapacağı tutarsa asıl o zaman görün eğlenceyi… Fenerbahçeliler çok sevinmesin akşam Gençlerbirliği’nden de puan bekliyorum, kolay lokma olmayacaklardır.

23 Eylül 2009 Çarşamba

5 Ferzan Özpetek Alametifarikası


Ünlü yönetmenlerin her filmlerinde yapmadan rahat edemedikleri alametifarikalarıyla ilgili birşeyler yazma düşüncem vardı ne zamandır. Nası yapsam, 10 tane yönetmen mi yazsam, 10 tane özellik mi, yoksa belli başlı yönetmenlere mi değinsem diye düşünürken ChaoGrey blogunda Tarantino Alametifarikasına rastladım…

Oysa ben yazcaktım buna benzer birşeyler… Tarantino’nun eski ününü kaybetmiş oyuncularla çalışmasını, ayak fetişizmini ve dialoglarını anlatacaktım. John Woo’nun beyaz güvercinlerini, Woody Allen’in akıllara ziyan diyaloglarını, David Lynch’in ne olduğu belli olmayan senaryolarını, Emir Kusturica’nın çingene hikayelerini ve düğün sahnelerini… Şimdilik Ferzan Özpetek yazıyım dedim bende, ilerde belki diğerlerini de yazarım.. Buyrun efendim, 5 Ferzan Özpetek Alametifarikası…



Eşcinseller : Daha doğrusu Gay’ler... Kendisi gay olduğundan olsa gerek (sanırım gay, belki de değildir bilemeyiz) her filmi eşcinseller üzerine diyebilirim... Böyle bir konuyu filminizin ortasına koyduğunuz zaman film entel çevreler tarafından olumlu eleştiriler alıyor, tamam değişik bir tema ama iyi bir film için şart değil bence.. Hadi bir film tamam, iki film tamam ama her filmde de olmazki... Oysa çok güzel hikayeleri var filmlerin, eşcinsellik temeasına çok da ihtiyacı yok... Ferzan Özpetek’ten içinde Gay’lerin olmadığı filmler de yapabileceğini göstermesini bekliyoruz...



Büyük ve Mutlu Yemek Masaları : Bu Ferzan Özpetek filmlerinin benim en sevdiğim kısımları diyebilirim. Her filmde vardır, topluca masa hazırlanır, geniş bir yemek masası, güzel yemekler ve samimi bir sohbet havası… Mutluluk’un filmini çek deseler böyle birşey olurdu heralde. Sanırım film çekimi sırasında da bu masanın tadını çıkartıyorlardır…

İtalya’da geçen hikayelerin içinde Türk Kültüründen parçalar : Bunun en büyük örneği Hamam’dır kesinlikle (Hamam Türkiye’de geçiyor ama olsun), çünkü filmi Türk Kültürünün önemli parçası olan Hamam’ın üzerine kurmuş. Ama Cahil Periler filmindeki Nazım Hikmet teması kesinlikle benim favorim… Filmin öyle bir yerine koymuşki Nazım’ı, filmin çok küçük ama bir o kadar da can alıcı yerini vermiş… Bilmeyen birinin (bir italyan izleyicisi) Nazım’ı merak etmemesi mümkün değil… Bunun dışında İstanbul’la ilgili bir not veya Türkçe küçük bir dialogda olmazsa olmazdır Ferzan için…


Serra Yılmaz : Kanka oldukları için olsa gerek her filminde vardır diyebilirim. Ve her filmde İtalya’da yaşayan bir Türk’ü oynar… Zaten Serra Yılmaz’ın kendisi de bildiğim kadarıyla İtalya’da yaşıyor…


Türkçe Müzikler : Bu da ülke tanıtımı açısından çok önemli… Müziklerimizi kullanmış olması… Ve Ferzan Özpetek’in zevkli tercihleri muhtemelen filmi izleyen yabancılarda Türk müziklerine karşı bir ilgi uyandırıyordur…

22 Eylül 2009 Salı

Trabzonspor 3 Antalyaspor 1, Çıkış sürüyor...




İki haftalık bir çıkış ve atılan 9 gol. Oynanan oyun olarak çok bir fark yok ama skor ve sonuç olarak var. Muhtemelen önümüzdeki hafta Gençlerbirliği maçıyla da devam edecektir bu çıkış. Son iki yılda Trabzonspor’un zaman zaman yakaladığı bu çıkışlar hep iddadan uzaklaştığı dönemlere denk gelir... Ne zaman tekrar iddaalı bir hal alsa yine puan kayıpları başlar. Geçen yılın son 5 haftasına bakalım mesela, Sivas maçı kaybedilip ligdeki iddaa bitince seri galibiyetler başladı ama ne zaman son hafta şampiyonlar ligi iddaası ortaya çıktı Avni Aker’de Fenerbahçe’ye karşı kaybedildi. Şimdi de yaşanan benzer bir durum. Üst üste yaşanan puan kayıpları takımın üzerindeki stresi aldı ve stres kalmayınca da rahat galibiyetler gelmeye başladı. 3-4 hafta sonra tekrar zirveye yaklaşılırsa tekrar puan kayıpları başlar...

Bu durumun nedeni stresli anlarda skoru yüklenecek, takımı sürükleyecek lider ve tecrübeli oyuncu eksikliği... Bu Fatih Tekke olabileceği gibi başka bir isim de olabilir. Ersun Yanal’ın geçen yılki Yusuf ısrarı da bu yüzdendi zaten. Ama görünen o ki eldeki kadronun puan kaybede kaybede tecrübe kazanması beklenilecek. 2-3 yıl sonra eldeki futbolcular “Lider” ve “Tecrübeli” oldukları zaman Rus kulüplerine gitmezler umarım...


Maça gelince söylenecek çok fazla birşey yok... İlk 5 haftadan çok farklı bir oyun oynandı diyemeyiz. Ortasaha dörtlüsünün (Gabric, Serkan, Collman, Selçuk) 442 sisteminde en ideal dörtlü gibi durduğunu gördük... Hem çok koşuyorlar hem de oyunu iki yönlü oynayabiliyorlar... Ama Yattara ve Alanzinho ne olacak sorusu cevap bekliyor hala... Engin takım oyununu anlamadığı sürece yedek kulübesinde oturmasında fayda var, oyuna girdiği gibi seri top kayıplarına başladı. Alanzinho’nun özellikle öne geçilen maçlarda daha önce oyuna girmesi lazım, 4.5 m Euro’luk bir adamı son 3 dakka oyuna sokmanın bir mantığı yok. Gabriç için neden bu kadar ısrar edildiğini de anlamış olduk bu maçta, Szymek transferinden sonraki en verimli transferimiz olcak gibi.. Umarım sonu benzemez... Bunun dışında önümüzdeki haftalarda takımın kaderi yine Umut-Gökhan ikilisininin eline bağlı diyebiliriz.. İzleyip göreceğiz...


Bunların dışında yedek kulübesinin güçlenmesi, Collman’ın takıma git gide daha da oturması ve Umut’un özellikle güveninin yerine gelmesi diğer olumlu gelişmeler... Yattara’sız kolbastı ise eksik kalmış...





Son söz : Bu iki galibiyet umarım taraftarlar arasında gereksiz bir heyecan oluşturmamıştır, zira yine hayal kırıklığı olur...


Not : Fotolar resmi siteden...

12 Eylül 2009 Cumartesi

Ramazan


Her Ramazan bıkmadan bu espriyi yaparım... Neden bilmiyorum hoşuma gidiyor, güzel bence... Herkese hayırlı Ramazan'lar dilerim bu vesileyle.. Orucu tutana da tutmayanada, inana da inanmayana da...

10 Eylül 2009 Perşembe

Fatih Terim İstifa

Hoca İstifa...





Bu ifadeyi kullanmayı pek sevmem ama bunu nedense Fatih Terim için kullanmak çok zevkli...

Avrupa Kupası eleme maçlarında rakip kalecilerin yediği kova goller (Norveç, Yunanistan), hakem yardımları (Macaristan maçıydı sanırım), Kupada mucizevi son dakika galibiyetleri ve dünyanın belki en iyi 3 kalecisinden birinin (Cech) yaptığı hata gibi tesadüfleri göremeyip ego’sunun esiri olup antipatikleştikçe antipatikleşen bu insanı milli takımın başında görmek istemiyorum...

Kim mi gelsin ? Hiddink uygundur bence... Sever milli takımları, Rusya’da da üşümüştür artık bence.

Not : Adamlarin frikik golleri güzeldi...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Vize Pasaporttaki yerini aldı.. Hayırlı Olsun..

Bir yıla yakın süren uzun uğraşlar sonunda Avustralya vizemizi de aldık. Nisan 2009’a kadar istediğimiz zaman gidebiliyoruz. Henüz planlama yapılmadı, ne zaman gidilcek, ne kadar kalıncak belli değil henüz. Ama gidebilirsek hedef A380 ile gitmek. Hayırlısı bakalım...


27 Ağustos 2009 Perşembe

Beşikdüzüspor 3 Akçaabat Sebatspor 0

Bir süredir yoktum, çünkü tatildeydim. Ayıptır söylemesi 75 günde bir olan tatilimde (R&R – Rest and Relaxation diyorlar burda) bu sefer Trabzonspor-Toluose maçına gidip fotoğraflarıyla paylaşmak istiyordum ama nasip olmadı malesef. Onun yerine bende Beşikdüzüspor – Akçaabat Sebatspor hazırlık maçına gittim.



Trabzon’un en batıdaki güzide ilçesinin takımı olan Beşikdüzüspor, Süper Amatör’de 3. lige çıkma mücadelesi verecek bu yıl. Geçen yıl Yalıspor’a kaybettiği yarışı bu yıl kaybetmemekte kararlı.

Akçaabat Sebatspor ise eski günlerini mumla arar nitelikte. Süper Ligde geçen iki yılın ardından ikinci lige kadar düşmüş durumda. Süper Ligdeki özellikle ikinci yıldaki yanlış politikaların sonucunda bugün bu konuma geldi. Oysa doğru stratejilerle bir Gençlerbirliği olabilirdi çok rahat. En azından Bank Asya’nın saygın bir takımı olabilirdi. Özellikle Trabzon’lu genç oyunculara yöneleceğine Oktay Derelioğlu, Orhan Kaynak gibi bir dönem İstanbul kulüplerinde oynamış ama heyecanını yitirmiş futbolcularla başarı yakalamak hayaldi zaten.

Maça gelince, güzel bir havada oynanan maçta tribünlerde yer yer boşluklar göze çarptı.

Beşikdüzüspor Lige çok hazır göründü diyebiliriz. İlk yarı golsüz geçsede, Beşikdüzüspor özellikle tecrübeli orta saha oyuncusu Özkan’la organize ataklar geliştirdi. Ayrıca ileri uçta görevalan, Kızılağaçlı, ismini bilmediğim oyuncuyla da etkili oldu. Beşikdüzüspor iyi futbolunu ancak ikinci yarıda golle süsleyebildi ve 3-0 ‘lık haklı bir galibiyet aldı. İkinci yarıda Sol açıkta oynayan, normalde Halısahanın yanındaki kuruyemişçide çalışan Alanzinho vari oyuncunun etkili ataklarını durdurmakta sıkıntı çekti Akçaabatsebatspor.



Skorun yanında oynadıkları futbolla da Beşikdüzüspor göz doldurdu. Taraftarlar arasında bir ara “Bunlar Trabzonspor’dan iyi pas yapıyorlar”, “Tayfun Cora Beşikdüzüspor’da kadroya giremez” gibi yorumlar duydum.



Beşikdüzü Arena Stadyumunda oynanan maçta Beşikdüzü 3. Lige göz kırparken, AkçaabatSebatspor ise gerekli transferler yapılmazsa seneye Beşikdüzüsporla bu sefer 3. Ligde maç yapabilirler.

Bu arada, bir önceki yazımdaki “Şiir gibi Trabzonspor geliyor” pek tutmamış gibi gelebilir ama burda bilinmeyen birşey son 15 gündür benim Türkiye’de oluşum. Bu süre içinde Trabzonspor 3 maç yaptı ve hepsini kaybetti.. (Genel gudubetliğimle ilgili daha detaylı bir yazıyı burda bulabilirsiniz) Şimdi döndüm Libya’ya, sanırım Trabzonspor çıkışa geçecektir.

4 Ağustos 2009 Salı

Tripoli International Airport Project - Progress Report 2

İki yıl önce buraya gelirken 1 Eylül 2009’da yani Libya devriminin 40. Yıldönümünde bitecek şekilde hesaplanmıştı.. İki yıl içinde bitiririz demişiz yani. Tripoli’nin yeni havaalanı. Afrika’nın muhtemelen en büyük havaalanı olacak.



Neyse, iki yıl geçti ve bitmesine 3 yıl daha var, fotoğraflardan da görüldüğü gibi.. Galatasaray’ın Seyrantepe stadı biter, hatta Trabzonspor kendisine yeni stad yapar ve hatta Trabzonspor şampiyon olur ama bu inşaat bitmez... Kaldık buralarda...