img { max-width: 560px; width: expression(this.width > 560 ? 560: true); }

1 Kasım 2010 Pazartesi

En iyi 30 Film Part 3 : İlk 10

ve merakla beklenen final.. Listemizin ilk 10 filmi ;


10- American Beauty

Oscar aldığı zaman kesin kötü bir filmdir diye düşünmüştüm, zira o dönemler Akademi daha çok Titanik tarzı popcorn filmlerine Oscar veriyordu. (Neden “Oscar” dendiğini bilirmisiniz bu ödüle ? Zamanında, 1950’li yıllarda Betty Davis sanırım (Gina Davis’ın annesi) Akademi ödülünü alınca heykelciğe bakıp "bu aynı benim Oscar Amca’ma benziyor" diyor konuşmasında, sonra da ödülün adı Oscar kalıyor. Ne kadar saçma değil mi ? Neyse konuya geri dönelim)



Film Oscar alınca bir de Amerikan yaşam tarzını eleştiriyor gibi entel dantel yorumlar da okuyunca pek izleme isteği olmadı içimde, zaten filmi de 2-3 yıl sonra izledim. Ve önyargılarımın neler kaçırmama mal olduğunu görmüş oldum.

Evet bir popcorn sineması American Güzeli ama bunun çok daha ötesinde müthiş sorgulayıcı bir senaryo, akıcı bir hikaye ve işleyişle izleyiciyi kendine çekiyor. Farklı tipte Amerikan hayatlarını inceliyor, sorguluyor ve eleştiriyor ama bunlar o kadar gerçek ki entel dantel bir sorgulamanın çok ötesinde.

Hayatı sıradanlaşmış bir çekirdek Amerikan ailesi babası, ve bu ailenin hırslarının etkisinde kalmış ama iş yaşamında başarılı olamayan annesi, bunalımdaki genç kızları, baba-oğul çatışmasının doruk noktasında olan komşuları ve ergenlik dönemindeki MTV gençliğinin çok güzel bir örneği olan kızın okul arkadaşı gibi çok güzel düşünülmüş karakterler... Ve başta Kevin Spacey olmak üzere bu karakterleri oynayan müthiş oyuncular...

Üstüne biraz müzik, biraz espri, biraz heyecan ve müthiş bir de son ekleyince alın size defalarca izlenebilecek bence sinema tarihinin yapılmış en iyi 10 filminden biri..


9- Amores Perros (Aşklar Köpekler Paramparça)

Üç saatlik bir sinema şöleni. Farklı hikayeleri kesiştiren bir senayro, değişik kurgu ve anlatım, İspanyol yaşam tarzı, ince bir zevkin seçimi olan film müzikleri ve içinde barındırdığı bir sürü kısa filmler... Yönetmen Alejandro Gonzales zaten daha sonra Hollywood’a transfer oluyor ve 21 Grams’ı çekiyor. Etkisi uzun sürebilecek bir film.




8- Davaro

Aslında hangi Kemal Sunal-Şener Şen filmini yazsam karar veremedim. Tosun Paşa, Süt Kardeşler, Kibar Feyzo, Köyden İndim Şehire 1-2, Hababam Sınıfları hepsi birbirinden kült hepsi birbirinden efsane.. Hepsini temsilen Davaro diyorum, ve sözü fazla uzatmadan onlarca efsane diyaloglardan bir tanesiyle bağlıyorum olayı;



-hocaefendi bu yöne çevrilecek
-olmaz kıble bu taraf, buraya çevrilecek
-ne kıblesi? kalkıp namaz mı kılacak?
-buraya
-hortum
-kıble
-hortum
-ula hortumda ne oliy ki
-kusurabakma sülo kardeş bu sefer essahtan gittin
-ula hortum ağzıma değil kıçıma giriy


7- The Big Lebowski

Bu film tam olarak beni anlatıyor diyebilirim. Filmdeki Lebowski karakteri, yani “Dude” tamamen benim hayat felsefemi ve hayata bakışımı kendinde taşıyor. Listenin ilerleyen sıralarında bahsedeceğim Fight Club filmindeki felsefenin Nirvana’sına ulaşmış hayatındaki en önemli derdi evindeki halısını geri almak olan (keşke bizim de en büyük derdimiz bir halı olsa) karakter bu kadar iyi çizilebilir. Jeff Bridges’da rolun hakkını fazlasıyla veriyor. Coen kardeşlere yakışır bir kült çıkmış ortaya.



6- City of Angels (Melekler Şehri)

Ben de romantik ve duygusal bir insanım. Bu sert görünüşümün altında yumuşak ve sevgi dolu bir kalbim var benim de ! Ben de arada romantik filmler izler duygulanırım. Bakınız City of Angels. Meg Ryan ve Nicholas Cage’ın kariyerlerinin zirvesi olan bu film, müzikleriyle ve aşk hikayesiyle bir şarap eşliğinde çok güzel gidecek bir film.



5- Leon

Çekilmiyor artık böyle alternatif senaryolu filmler. Hep aynı senaryolar, hep aynı klişeler. İlk Star TV’nin 90’lı yıllarda yaptığı Pazar Gecesi Sinema kuşağınad izlemiş ve beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Yıllar sonra orjinal DVD’den izlediğimde ilk izlediğimde sansürlenmiş bir de aşk hikayesi (adamla çocuk arasında !) olduğunu görünce bir şok daha yaşamıştım. Hala ara ara izlerim, izlememiş olanlara da izletirim.



4- The Good the Bad and the Ugly (İyi kötü Çirkin)

Bu nasıl bir filmdir arkadaş. Sene 1966 (45 yıl önce), daha Trabzonspor bile kurulmamış, nasıl bu kalitede bir film yapılabilmiş ? Nasıl bir görsellik, nasıl bir hikaye, oyunculuk, müzikler, gerilim, espriler, sürprizler, heyecan, macera herşey dorukta bu filmde. Bu film olmasaymış sinema bugünkü seviyesinde olabilir miymiş merak ediyorum.

İtalyan Western (spagetti western) diye geçiyor filmin tarzı. Tarzın isminde bir gariplik var zaten, düşünün vahşi batı nere spagetti nere ? Yönetmen (Sergio Leone) ve ekibin İtalyan oluşuyla alakalı bir durum sanırım.


Western dediğimiz zaman herkesin kulaklarında çınlayan meşhur melodi var ya, işte bu filmdir o melodilerin ilk çıkışı..

Clint Baba (iyi, sarışın), Le Van Cleef Baba (kötü, melek göz) ve Eli Wallach (Tuco, çirkin, bugün 95 yaşında (1915 doğumlu) ve hala oyunculuk yapıyor, en son Money Never Sleeps filminde oynuyor, 2010).. Sinema tarihinin en kült üç karakteri ve aralarındaki çıkar, arkadaşlık, para, güç ve intikam ilişkisi.

Filmde öyle sahneler varki, sahneler o kadar ağırki normalde insanların sıkılması lazım belki ama bu filmde o ağır sahneler sizi filme çektikçe çekiyor. Filmin başında Melek Göz’ün tanıtıldığı sahnede çiftci ve melek gözün dialoğu ve bakışmaları o kadar kült olmuşki, Tarantino, Inglorious Bastards filminde aynı sahneye gönderme yaparak bir benzerini çekiyor.

Yılda en az bir defa düzenli olarak izlenmesi gereken bir film.

Ve yılların yaşlandıramadığı babalara saygımızı gönderiyoruz.. Artık aramızda olmayan Van Cleef babayı da anarak tabi...



3- Fight Club

Kapitalizme ve kapitalizmin bize empoze ettiği modern yaşamımıza ve bu yaşamın gereksinimlerine karşı anarşist bir duruş üzerine kurulmuş film.



Sinema tarihinin sanırım en tarz ve en iyi giyinen karakteri Tyler Durden (Brad Pitt) ve onun anarşist söylemleriyle kült filmler kategorisinde kendisine saygın bir yer ediniyor..

Film, öyle bir felsefenin üzerine kurulmuş ki, filmden sonra kendinizi dine de verebilirsiniz, bir homeless (evsiz) olmayı da tercih edebilirsiniz veya isyan edip kendinizi anarşizme de verebilirsiniz. Ya da sadece Tyler Durden gibi giyinmek de isteyebilirsiniz.


Tyler Durden’ın filmde yanına aldığı gençlere söylediği, ama aslında bizlere söylediği (kızım sana söylüyorum gelinim sen anla) çarpıcı söylemleriyle seyirciyi koltuğuna çiviliyor. Peşpeşe gelen felsefik yaklaşımlar seyirciyi sarhoş ediyor, birini anlamadan diğeri geliyor.. Modern hayata, para ve kariyer gibi küçük hırslara esir olduğumuz dönemlerde izleyip kendimize gelmemiz gereken bir film. Ve tek izleyişle tamamı anlaşılamayacak bir film, o yüzden defalarca izlenmesi gereken bir film.

Hepsi birbirinden özlü söz olan onlarca Tyler Durden repliğinden üzerinde düşünülmesi gereken birkaçı (ve kabaca çevirileri) ;

self improvement is masturbation” (kişisel gelişim masturbasyondur)
Only after disaster can we be resurrected” (ancak bir felaketten sonra tekrar dirilebiliriz)
Fuck off with your sofa units and string green stripe patterns, I say never be complete, I say stop being perfect, I say let... lets evolve, let the chips fall where they may” (Evinizdeki kanepenizi ve yeşil çizgili desenleri s**r edin, ben size eksiksiz olmayın diyorum, mükemmel olmayı bırakın. Bırakın dağınık kalsın)
First you have to give up, first you have to *know*... not fear... *know*... that someday you're gonna die.” (önce pes etmelisin. Önce bilmelisin, korku değil, bilmek. Birgün öleceğini bilmek)
You're not your job. You're not how much money you have in the bank. You're not the car you drive. You're not the contents of your wallet. You're not your fucking khakis. You're the all-singing, all-dancing crap of the world” (sizler çalıştığınız işleriniz değilsiniz. Sizler banka hesabınızdaki para miktarı değilsiniz, kullandığınız araba değilsiniz. Cüzdanınızın içeriği değilsiniz. Sizler sadece dünyanın şarkı söyleyip danseden pisliklerisiniz.)
Hitting bottom isn't a weekend retreat. It's not a goddamn seminar. Stop trying to control everything and just let go! LET GO” (dibe vurmak bir haftasonu terapisi değildir, bir seminer değildir. Herşeyi kontrol etmeyi bırakın artık, bırakın gitsin. Bırak dağınık kalsın. Koy götüne rahvan gitsin...)
I want you to hit me as hard as you can” (bana vurabileceğin kadar sert vurmanı istiyorum)

Ama hepsinden vurucusu işte bu ;

It's only after we've lost everything that we're free to do anything.” (ancak herşeyimizi kaybettikten sonra herhangi bir şeyi yapacak kadar özgür olabiliriz)

Evet.. Tüm o ihtiraslarımız, ev, araba, kariyer, marka giyim, sosyal statü ve diğer zırvalar aslında birer problem. Bizi tutsak eden, özgürlüğümüzü elimizden alan ihtiraslarımız. Yaşamımızdaki sorunlarımıza bakarsak hep özünde bu ihtiraslar olduğunu görürüz.

Odenecek faturalar, patronun bize haksızlık yapması, istediğimiz arabayı alamamak, saç modelimizin istediği gibi olmaması, bir türlü eritemediğimiz kilolarımız felan filan.. Oysa sokakta yaşayan bir evsiz, tek derdi karnını doyurmak olan ve akşam üşümeden uyumak olan bir evsiz, hepimizden daha dertsiz, çünkü o özgür.. Tyler Durden’ın dediği gibi o herşeyini kaybetmiş..

Ama siz yine de herşeyinizi kaybetmeyin tabi, filmden çıkarılacak sonuç bu değil okuyucu. Sonuç, hayatınızdaki ihtirasların esiri olmayın.


2- Amelie

İşte bir başka başyapıt. Audrey Tatou zaten tek başına bir film için izlenme nedeni, sizi kendine çekiyor. Samimi bir hikayeye serpiştirilen küçük bir aşkın yanında derin felsefi yaklaşımlar, komedi unsurları kusursuz. Anlatım masalsı, filmi izlerken dünyadan kopuyorsunuz. Filmdeki karakterler arkadaşınız gibi, şakalaşmak geçiyor insanın içinden. Filmin müzikleri ise Yann Tiersen yapımı, insanı apayrı yerlere sürükleyen cinsten.

Defalarca izlediğim ve izlemeye doyamadığım filmlerden birisi.




1- Matrix 1

Yerim akademisini de Oscar’ını da imdb’sini de.. Gelmiş geçmiş en iyi filmdir bu. Her şeyiyle 10 üzerinden 25 puan. Defalarca sıkılmadan aynı keyif alınarak izlenebilecek bir film.


Filmde herşeyden önce Wachowski kardeşler sinema tarihinde bir devri kapatıp yeni bir devir açıyorlar. Sinemacılık yepyeni çekim teknikleri kazanıyor bu filmle beraber. Filmden çıkınca artık sinemanın eskisi gibi olamayacağını anlıyorsunuz.

Filmin öyküsü muazzam. İyi-kötü mücadelesinin çok ötesinde yaşamın gerçekliğini sorgulayan felsefi ögeler barındıran bir hikaye. Çok güzel bir aşk hikayesiyle süslenmiş. Romantizm ve bilimkurgunun yanında aksiyon ve heyecan ise had safhada. Bazı aksiyon sahnelerine ise birçok başka filmlerde göndermeler yapıldı (örnek, Trinity’nin filmin başında tekme atarken kameranın 360 derece dönmesi, Shrek’te prensesin haydutlarla kavga etme sahnesinde kullanılması gibi), sinema tarihi klişelerinin arasında yerlerini aldı.

Müzikleri de filmin kalitesine yakışacak cinsten.

Spoiler vermek istemiyorum (hoş hala izlemeyen varsa spoiler haketmiştir ya neyse) o yüzden fazla detaya girmiycema ama yıllar geçsede herşeyiyle benim bir numaramdır bu film.

unfortunately no one can be told what the matrix is Neo, you have to see it for yourself” Morpheous.


Listemiz bitti..

4 yorum:

Adsız dedi ki...

cok alıntı....

Adsız dedi ki...

aga cok pis gaza geldim. Fıght club ızlıyecegım.

yerbilimci dedi ki...

listede hangover yok? yok artık :D

Muratonovic dedi ki...

Hadi Hangover neysede, asıl yanarım da Çingeneler Zamanı'nı nasıl listeye koyamadım diye yanarım.. :(