img { max-width: 560px; width: expression(this.width > 560 ? 560: true); }

28 Haziran 2009 Pazar

Amsterdam Notlari

Bugün blogumda bir ilk gerçekleştiriyorum ve misafir bir yazarın yazısını yayınlıyorum.. Misafirimiz aslında çok da yabancı sayılmaz, kendisi bizim ailenin en yakışıklı ikinci üyesi olan öz kardeşim Zlatan Boratanovic olup, bizler için Amsterdam notlarını kaleme aldı.. (kırmızı renkte olanlar bendeniz Muratanovic'in yorumlarıdır)

Hollanda'nın başkenti Amsterdam, yaklaşık 800.000 nüfusuyla Avrupa'nın en işlek turizm merkezlerinden biri. Bu yaz başında yaptığım Avrupa seyahatinin ilk durağı olan Amsterdam'da geçirdiğim sürede edindiğim izlenimler:

Hollanda'nın resmi dili Flemenkçe olsa da herkes İngilizce biliyor. Buradaki bir Türk arkadaşım, herkesle İngilizce konuşabilirsin, eğer konuştuğun kişi sana boş gözlerle bakıyorsa, o zaman da Türkçe konuşmaya başla, çünkü burada yaşayıp da İngilizce öğrenmeyi başaramayan sadece Türkler olabilir demişti. Hakikaten de Amsterdam'da derdini anlatamayacak kadar İngilizce bilmeyen birine rastlamadım. Ayrıca Flemenkçe'yi dünya üzerinde anadil olarak bilen 25 milyon, toplamda ise 50 milyon kişi olduğunu duymuştum.

Amsterdam'da en çok hoşuma giden şey 7'den 70'e herkes arasında çok yaygın olan bisiklet kültürü. Burada hemen herkes ulaşımını bisikletlerle sağlıyor. Kocaman bisiklet yolları var ve trafikte araba ve tramvaylardan ziyade sağınızdan, solunuzdan geçen bisikletlere dikkat etmenizde fayda var. Abartmayayım ama neredeyse 80'li yaşlarda bisiklet kullanan bir çok yaşlı insan gördüm.

Buradaki insanların hiçbir gösteriş merakı yok. Bizde olsa kimse bu bisikletlere binmeye tenezzül etmez. Üstelik, öyle kaliteli bisikletler filan da değil. Vitesli bisiklete rastlamadım desem yeridir. Bunun sebebi tabi ki hırsızlığa karşı bir tedbir de olabilir ama gerçekten çok ilkel bisikletler kullanıyorlar. Şekil pek umurlarında olmasa bile bisikletleri olabildiğince ergonomik kullandıklarını söyleyebilirim. Genelde eşya taşımak için büyük sepetleri olan, bebekler için de ayrı bölmeler tasarlanmış bisikletler. Hatta bir bisikletin arkasında 4 bebeğin birden taşındığına ve bisikletin buna uygun dizayn edildiğine de şahit oldum. Bir de 2 kişilik bisikletler var ki, bunlarda da çift pedal oluyor. Ayrıca bisikletlerin %95'inde el freni yok. Durmak için pedalı ters çevirmeniz gerekiyor.





Hemen her yere bu bisikletlerle seyahat eden bir toplumun da aslında ayrıca sporla uğraşmasına gerek kalmıyor. Çünkü zaten hemen hepsi her gün birkaç saat spor yapmış oluyor. Bisiklet demişken Amsterdam sokaklarında rastladığım nüdist arkadaşlardan da bahsetmemek olmaz. Malum coffee shop'lardan tutun da gece hayatına kadar pek çok konuda Amsterdam'ın özgürlükler şehri olduğunu söylemek mümkün. Ama yoldan karşıya geçmek üzereyken yanımda duran 3 bisikletliye gözüm takıldı. Çünkü bisikletlerin üzerinde çırılçıplak 3 kişi vardı. Kafamı çevirdiğimde arkadan gelen aynı vaziyette kızlı erkekli yaklaşık 50 bisiklet daha gördüm. Kimi vücudunu boyamış; üstlerine "çıplaklık normaldir" gibi şeyler yazmışlar. Allah onlara da akıl fikir versin. (Amin) Hani bu Avrupa seyahati sırasında çıplaklar kampı da gördüm. Ama şehrin göbeğinde bu genişlik.. Pes doğrusu!

Ulaşım büyük ölçüde bisikletlerle sağlanıyor olsa da özellikle uzun yollar için araba kullananların sayısı da bir hayli fazla. Ama ülke genel olarak zengin olduğu için, gördüğüm arabaların %90'ının Mercedes, BMW, Audi, Porsche veya Ferrari olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında bir de toplu taşıma olayı var ki evlere şenlik. Çünkü istasyonlarda duran otobüs ya da bizdeki metrobüs tipi araçlara istediğiniz kapıdan binebiliyorsunuz. Öğrenciler için ulaşım ücretsiz. Onun dışında bazı aylık kartlar filan var sanırım. Bir de ince uzun bir kart satıyorlar. Bu kartı bindiğinizde bir barkod okuyucuya işletmeniz gerekiyor. Yalnız ilginç olan şu ki, eğer bilet almadan her hangi bir toplu taşıma aracına biner ve hiçbir işlem yapmazsanız, muhtemelen başınıza hiçbir şey gelmez. Çünkü şehir içinde hiçbir denetime rastlamadım. Rivayete göre 30 € cezası varmış ama adamların aklından böyle hinlikler geçmediğinden herkes de paşa paşa biletini barkod okuyucuya okutuyor. Bunun İstanbul'da uygulanabileceğine insan inanamıyor tabi.

Bir de bu ince uzun kart 7.3 €'dan satılıyor ve kısa mesafelerde yanılmıyorsam 7 kere kullanılabiliyor. Bundan yıllar önce burada bir bilet bayisi açan bir Türk, bu kartların sahtelerinden bastırıp 970.000 $'lık satış yaptıktan sonra ancak yakalanabilmiş. Genelde "Avrupa'da yaşayan Türkler" klişesini duymaktan nefret ederim ama gerçekten böyle trajik bir durum var. Avrupalılar, bizi orada yaşayan Türkler'i baz alarak tanıyorsa vay halimize. Bu tatil boyunca gezdiğim 7 Avrupa şehrinde muhtemelen en az Türk'ün olduğu yer Amsterdam'dı ama sonuçta Türk her yerde Türk ve kendini 100 metreden belli ediyor.





Hollanda kızları 1.73'lük boy ortalamasıyla dünyanın en uzun kız topluluğuymuş. Erkeklerin boy ortalamasıysa 1.83 cm. Türk erkeklerinin boy ortalamasının resmi olmayan güvenilir kaynaklara göre 1.69 cm olduğunu düşünürsek ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Örneğin benim gibi 1.76 boyunda biri, resimde görüldüğü üzere ayak parmakları ucunda yaklaşık 10 cm yükselmişken bile Hollandalı bir kızın yanında tıfıl kalabiliyor.

Bizde bir ara TV8'de yayınlanan ve Defne Joyfoster'ın sunduğu "Bir İş İçin Lazım" adlı bir program vardı. Sokakta rastgele seçtikleri birine 2 saat içinde zor bir iş yaptırmaya çalışıyorlardı. Bir bölümde, çocuğun birinden 2 saat içinde boyu en az 1.80 olan bir kız bulmasını istemişlerdi. Muhtemelen bu yarışma Amsterdam'da yapılsaydı, istenen kızı bulmak en fazla 30 sn. süreceği için yarışmacıya 1.65'ten kısa bir kızı 2 saat içinde bulmak gibi bir görev verilebilirdi.

Amsterdam'ın en meşhur yerlerinden biri de Red Light Street olsa gerek. Malum, burası en kibar tabiriyle turistik bir genelev. Bir kanalın etrafında U şeklinde bir sokak ve bu ana artere bağlı dar yan sokaklardan oluşan bir bölge. Burada envayi çeşit seks ürünleri satan dükkanlardan tutun da porno sinemalara, canlı seks şovlara, striptiz kulüplere kadar pek çok mekan var. Ama burayı asıl ünlü kılan vitrinlerdeki hayat kadınları (bu tabire de tilt olurum ya neyse). Yani kızlarla aranızda sadece cam var ve burada beğendiğiniz kızın kapısını açarak pazarlık yapabiliyorsunuz. Anlaşan içeri geçiyor, perde kapanıyor. Hayatım boyunca bu işin parayla yapılması kavramından nefret ettiğimden olsa gerek, buradaki kızlar da bende her hangi bir cinsel istek uyandırmadı. Dolayısıyla içeride neler olup bittiği konusunda birşey yazamayacağım. Ama anlatılanlar pek de hoş değil. Yani turistik de olsa sonuçta burası bir kerhane.

Bir turist gözüyle sokakları dolaştım ve dikkatimi çeken şeylerin başında bu sokakta dolaşan insanların %60'ının kadın olması geliyor. Hatta pek çoğunun eşiyle birlikte geziyor olması. Alıcı gözüyle olmasa da gözlemci gözüyle buralarda çalışan belki yüzlerce hayat kadınından pek çoğunun bir hayli çirkin ya da yaşlı olması da dikkat çekici. Tabi arada çok güzel kızlar da var. Amsterdam'da yaşayan bir arkadaşımdan aldığım bilgiye göre, buradaki en güzel hatunun fiyatı 40 €.



Şehrin bir diğer ilginç yanıysa sosyal bilimlerin gençler arasında çok yaygın olması ve bu durumun şehrin yapısına ve yaşam tarzına net biçimde yansıması. Tanıştığım yaklaşık 150 kişinin tamamı psikoloji, sosyoloji, tarih, felsefe ya da sanat tarihi gibi bölümlerde okumuş insanlar. Ne bir mühendise, ne de bir doktora rastlamadım. Duyduğuma göre hükümet sayısal bölümlerde okumayı teşvik eden çalışmalar yürütüyormuş. Hollanda'nın gurur kaynağı 2 önemli şahsiyet de Van Gogh ve Erasmus. Amsterdam'da Van Gogh müzesi de var ama gitmeye zamanım kalmadı. Yukarıdaki resim, aslında Münih'teki Pinakothek Modern'de çekilmiş bir resim ama olsun, yine de çocukken pullarını biriktirdiğim (hakkatten noldu bizim pul koleksiyonları ?) bir ressamın bir tablosuna bu kadar yakından bakabilmek şahane bir duygu.

Öğrenciler, genelde iyi burslar alıyor ve en güzeli gençler, gerçekten genç gibi yaşıyor. Bizdeki gibi kasıntı tipler yok. Ülkenin refahı oldukça iyi. Asgari ücret, öğrendiğime göre 1200 € (yaklaşık 2600 TL). Hizmet sektöründe çalışan pek Hollandalı'ya rastlamak mümkün değil. Genelde bu tür işleri Afrika kökenliler ve Orta Doğulular yapıyor. İşsizlik maaşı da bizdeki asgari ücretin filan çok üstünde. Gelecek kaygısı ya da para biriktirme derdi yok. Şehir merkezindeki evler genel olarak pahalı ancak kiralar uygun. Kira konusunda da şöyle bir sıkıntı var. Bizdeki emlakçılık müessesesi orada yok. Merkezi bir sistemden yürütülüyor ve ev kiralamak isterseniz bu sisteme kaydoluyor ve bazen sıranın size gelmesi için yıllarca bekliyorsunuz. Sıra size geldiğinde de boş durumda olan evler size gezdiriliyor ve fiyatını beğenirseniz, evi tutabiliyorsunuz.

Son olarak güvenlik mevzusundan bahsetmek gerekirse, Amsterdam'ın bende yarattığı izlenim, beklenenin aksine güvenli bir şehir olduğu yönündeydi. En azından merkez bölgesi itibariyle. Çünkü evlerde bizdeki demir parmaklıklar olmamasına rağmen, pek çok giriş katının geceleri dahi pencerelerini açık bıraktıklarını gördüm. Ayrıca, sokak ortasında birinin gelip size çatması pek olası değilmiş gibi geldi bana. Ama yine de özellikle burada yaşayan göçmenlerden dolayı ciddi bir hırsızlık riski olduğu söyleniyor. Turist olarak geziyorsanız, sırt çantanıza mutlaka dikkat edin. Sonuçta burası da büyük bir şehir ve tedbirli olmakta fayda var.

Amsterdam'da dikkatimi çeken bir diğer konu da havanın çoğunlukla yağışlı olması. Gerçi bu duruma Trabzon'dan alışığım ama asıl ilginç olanı saat 23.00'te bile havanın aydınlık olması. Ülke oldukça kuzeyde kaldığı için yazları günler uzun oluyor. Kışları da durum tam tersine tabi. Kışın havanın sabah 9.00'dan sonra aydınlandığı da oluyormuş. Amsterdam'da dikkatimi çeken kültürel bir konu var ki o da çoğu batı ülkesinin aksine burada insanların kucaklaşırken 3 kere öpüşmesi.

Yemek mevzusuna gelince biraz sıkıntılı bir durum var. Çünkü yemekler genelde pahalı. Doyacak bir yemeği 10 liradan aşağı yemeniz pek mümkün değil. En ucuz yemek genelde Burger King ve McDonalds menüleri ki onlar da yaklaşık 13-14 liradan başlıyor. Bizdeki 0.5 litrelik su 1.6 € ile 2.2 € arasında değişen fiyatlarla satılıyor. İstanbul'daki fiyatın yaklaşık 0.2 € olduğunu düşünürsek, su olayı da bir sorun ama insanlar musluktan su içiyor. En meşhur yemekleri patates. Bizdeki elma dilimli patatese benziyor ama değişik sosları var. İnce kıyılmış soğan, ketçap ve mayonezle güzel gidiyor. Genelde popcorn kartonlarına benzer bir kartonda servis ediliyor. Sayıları diğer Avrupa şehirlerine göre az olsa da Amsterdam'da da döner ve lahmacun ağırlıklı Türk restoranları var ama hiçbirinde Türkçe bilen birine rastlamadım. Örneğin Viyana'daki Türk restoranları, tamamen Türk çalışanlar ve Türk müşterilerle dolu. Ancak, Amsterdam'daki döneri hiç mi hiç tavsiye etmem. Tadı çok kötü. Bizim et dönerlere hiç benzemiyor. Yine de Avrupalılar arasında oldukça yaygın bir yeri var. Nüfus az olduğundan mı, yoksa insanlar dışarıda yemeyi tercih etmediklerinden mi bilmiyorum ama genelde restoranlar pek de kalabalık değil.
Bora'cım, yazı için Bohem Dünyam olarak teşekkür ediyoruz, yazılarının devamını da bekliyoruz.. Akilli ol..


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Teşekkürler, güzel bir yazı olmuş.